31 Aralık 2009 Perşembe

kesinti

bugün otobüsınan çanakkaleye doğru giderken bir orrrospu evladı laptopumu göçürdü raftan. mis gibi laptopum şu an bir orrrrrroospu evladının elinde, belki şimdi fotoğraflarıma bakıyordur ya da ne bileyim filmlerimi izliyordur. şimdi gel de küfürbaz olma. görkemin bilgisayardan yazıyorum bunu. kendi şu an tuvalette. bloguma yazı yazmak için birinin tuvalete gitmesini bekliyorum, çakal gibi boş bıraktığı bilgisayara sokulup o gelmeden bişeyler karalamaya çalışıyorum. neden? çünkü bugün bir anası sikişmişle aynı havayı soludum.
yeni bir bilgisayar alana kadar yazamam bi bok. hala bilgisayarı olan çalışma arkadaşlarım yazarlar.

hayır bilgisayarı çalıyosun da cep telefonumun şarz aletini niye alırsın piçççççççççççç?

29 Aralık 2009 Salı

Anket

Sizde hangisi çakar. Lütfen oy kullanın, elinize yapışmaz sonuçta. Hem işaretlemeniz gereken seçeneği üste koydum ki yorulmayın, geçerken tıklayıverin. Bizde müşteri memnuniyeti esastır. Yalnız rica ediyorum sağ taraftaki kaşık anketinde yaptığınız zevzekliği yapmayın. 10 kişi gitmiş aha bu seçeneğini işaretlemiş. Hayır amacınızı söyleyin bilelim?

28 Aralık 2009 Pazartesi

Şeytan icadı



Türkçe: yazılı anlatım dersi için yazdığım yazı. beğenildi, devamı istendi. ne dediler?

''20 yaşını geçmiş insanlardan çıkan aşklı sevgili hüzünlü ergen zırıltılarının arasında doğan bir güneş gibi parlamış yazar, semalarda 'ben buradayım' dercesine süzülüyor sözcükleri.''

Anonim

''ben öyle bişey demedim?''

Anonim

''Konuşma lan.''

Ben


****


‘’Bir insanın zihnine hükmedebilmek için onu zihinsel aktivitelerden uzak tutmanız gerekir.’’
Ben, az önce, Balkonda

Televizyonun icadı, üzerinde yaşadığımız coğrafyada çatlak seslerin çıkmasına zemin hazırlamış, bir takım insanın yoğun protestolarına maruz kalmıştır. Tarih kitaplarına ‘kara cehalet’ olarak geçen bu sıkıntılı süreç, televizyon ve etkilerinin geldiği bu noktada ‘lan yoksa?’ içerikli kafa karışıklıklarıyla hatırlanıyor. Televizyon gerçekten şeytanın karanlık icraatlarını yaparken insanları uyuşturmak için kullandığı bir araç mı? Bu senaryoda insanlığın akıbeti nasıl yazılmış? Şeytan bizden ne istiyor? Amacı ne, derdi ne yani? Hepsi az sonra!

Bundan uzun yıllar önce, televizyonun tek kanallı olduğu dönemde, televizyon Pazar geceleri garip diziler ile vakit öldürmek için kullanılırmış. Annemin anlattığına göre; televizyonlu ev sayısı hayli az olduğu için insanlar dizi geceleri televizyonlu evlere misafirliğe giderlermiş. Sırf televizyon izlemek için birinin evine gitmek ve istenileni aldıktan sonra aynen mekanı terk etmek bugün çok tartışılan sosyal yozlaşmanın ilk evresidir. Misafirlik denen şey iki satır muhabbet etmek, varsa bir demli çay içmektir. Peki televizyon izlerken muhabbet edilebilir mi? Hayır. Şimdi gelinen nokta şu; ‘insanlar apartmanlarda yaşıyor, komşusunu bile tanımıyor.’. E çünkü herkesin evinde televizyon var. Kıytırık bir dizi izlemek için kapı kapı gezen bir neslin evlatlarının televizyon sahibi olduktan sonra dışarı çıkmamasının nesi şaşırtıcı ki? Hemen güncel bir örnekle destekleyeyim düşüncemi; az önce oturmuş televizyon izlerken arkadaşlarıma kompozisyon yazmam gerektiğini ama aklıma konu gelmediğini söyledim. Bir süre cevap bekledim, gelmedi. Komik olması amacıyla yapılmış bir programı ifadesiz yüzlerle izliyorlardı. Sanırım başarısız bir programdı. Sorumu üsteledim fakat alabildiğim tek cevap ‘yazma kompozisyon’ oldu. Benim için kabul edilebilir bir öneri olsa da yazmam gerekiyordu. Sonra konuyu aniden buldum. Ne bulduğum rahatça tahmin edilebilir sanıyorum. Televizyon iletişimi öldürüyor.

Gavurun ‘subliminal message’ dediği bir kavram var. Buna göre; izlenen bir programda ekrana anlık bir görüntü yerleştiriliyor ve insanlar ne olduğunu anlayamadan yerleştirilen görüntüyü emiyor. Bu tekniği zamanında Coca Cola’nın kullandığı konuşulur. Sadece göz açıp kapama süresinde ekranda belirip kaybolan bir Coca Cola amblemi programı izleyen insanın aklına kola getiriyor ve kişi kola krizine giriyor. Günümüzde bu tekniğin kullanımı oldukça yaygın. Program jeneriğinden sonra giren ‘izlediğiniz programda sanal reklam uygulaması vardır’ uyarısı bilinçaltınıza bazı görüntülerin sokulacağını ve sizin en kısa zamanda reklamı yapılan ürünlere bir sürü para bayılacağınızı ima ediyor. Ve bence bu, televizyonun geldiği en tehlikeli noktadır. Zira hiç tanımadığımız kişiler bilinçaltımıza mesajlar gönderiyor ve bizi ele geçiriyor. Tekniğin en büyük hedefi tahmin edebileceğiniz üzere, çocuklar. Çocuklar bizim canımız, ciğerimiz fakat yönlendirilmeleri oldukça kolay. Bu yüzden kalabalık bir caddede her üç adımda bir ‘anne bana bundan alsana’ minvalli sızlanmalara tanık oluyoruz. Çocukların zihni televizyon tarafından ele geçiriliyor ve aynı çocuklar potansiyel birer yağlı müşteri haline geliyor. Bir çocuk televizyonda görüp beğendiği bir ürünün fiyatıyla ilgilenmez, ürünün reklamını verenler de ailenin ekonomik durumuyla ilgilenmez. Çocuk ister, aile kıyamaz, aile alır, babanın parası azalır, çocuk daha fazla ister, babanın parası biraz daha azalır. Gelinen noktada geçmişe dönüp ‘televizyon şeytan icadı’ diyen kara cahil büyüklerimize hak vermeden edemiyoruz.

Uzun bir zaman önce yayından kalkan Pokémon isimli çizgi dizinin yayından kalkmasının sebebinin kendini Pikachu sanıp 7. kattan atlayan bir çocuk olduğunu biliyoruz. Yayından kalktığı dönemde bu atlayışın nedenlerinden ziyade atlayan çocuğun aptallık derecesiyle ilgilendik, çünkü biz Pokémon izlemek istiyorduk. Hayır zaten Pikachu’nun uçma kabiliyeti de yoktu, o çocuk niye atladı ben hala anlamıyorum ve hala kızgınım o çocuğa. Ama şimdi kızgınlığımın yanında çocuğun niye öyle bir şey yaptığını merak etmek de var. Ve sanırım yavaş yavaş anlamaya başlıyorum. Üzerime ‘spideer maaann’ diyerek atlayan kardeşime baktıkça daha iyi anlıyorum o çocuğu. Yine de kızgınım, o ayrı.
Çizgi diziler de göründükleri kadar masum değiller. Birçoğu Amerikancı mesajlar veriyor, çocukları hiç olamayacakları şeyleri olmaya özendiriyor. Bu Amerikancı mesajların tespiti ve yol açacağı olası kültür erozyonu kahvehanelerde çay içip okey oynayan emekli öğretmenlerin ilgi alanı olduğu için bu konuda söz söyleme cesareti bulamadım. Fakat değinmeden geçemeyeceğim bir konu var. Şu; yeryüzünün en zararlı çizgi filmi Temel Reis’tir. Zira koca bir nesli ıspanak yemeye zorlamış, damak tatlarına telafisi zor hasarlar vermiştir. Ne yazık ki bir kutu ıspanak yiyip yumruk atarak tren durdurmaya çalışan bir çocuk olmadığı için Temel Reis hala yayında.


Televizyonun olumsuz etkilerini bir yana bırakıp bu etkilerin ülkemizdeki tezahürüne göz attığımızda ülkemizin ne vahim bir halde olduğu açıkça görülüyor. Geçen haftanın ülke genelinde en çok izlenen programları şöyle; Aşk-ı Memnu, Kurtlar Vadisi Pusu, Aşk-ı Memnu (özet). Yeni bölümünden geçtim, özetini bile reyting sıralamasında ilk 3’e sokmuş ülke. İnanamıyorum ya, dünya yavaş yavaş yok olurken insanlar oturmuş sakin sakin Aşk-ı Memnu izliyor. Bu derece tepkisiz bir toplumun elbette ki dahili ve harici bedhahları olacaktır. Kimsenin şikayet etmeye hakkı yok. Aynı listenin alt sıralarında Yemekteyiz, Dest-i İzdivaç, Müge Anlı ile tatlı sert gibi programlar gözümüze çarpıyor. Düzmece olduğunu sağır sultanın bile duyduğu programı ilk günkü heyecanla izleyen kitleyi anlamıyorum. Kitleden ziyade kütle demek geliyor içimden, diyemiyorum. Evet, televizyon ülkemizi ve vatandaşlarımızı etkisi altına almış, bütün ülkeye yengesiyle bazı terbiyesizce işler çeviren bir yeğenin ve sürekli birbirlerini öldüren bir dolu adamın hikayelerini izlettiriyor. Bu konuda tüm suçu televizyona yıkmak ne derece doğru bilmiyorum, o yüzden çuvaldızı insanlara da batırmam gerekiyor. Hazır konusu açılmışken, hakkı yenen Pokémon’u yayından kaldıranlara Aşk-ı Memnu denen diziyi yayından kaldırmak için karısıyla ilişkiye giren yeğenini tüfekle vuran bir adam mı beklediklerini sormak istiyorum. Pokémon’un yenen hakkını sonuna kadar savunacak bir cephe oluşturma aşamasındayım, şanlı kavgamız sonsuza uzanacak.

Teneşirin bile paklayamayacağı yaşlı başlı insanların koca aradıkları programları izleyen annelere/babaannelere sahip gençler olarak Atatürk’ün gençliğe hitabesinde üzerimize yüklediği sorumlulukları nasıl yerine getireceğimizi bilmiyorum. Muhtaç olduğumuz kudreti damarlarımızdan damla damla emen televizyondan kurtulamadığımız sürece dünyamız daha kötü bir hal alacak. Televizyonun zararları konusunda uzun soluklu bir araştırma yapan İsveç Akademisi’nden değerli bir profesörün konu hakkında verdiği beyanatla bitireyim; ‘’Kurtlar Vadisi Kanal D’deyken iyiydi de sonradan bozdu. İyiydi eskiden. Şimdi hükümet şakşakçılığı yapıyor.’’


***

Türkçe: yazılı anlatım dersi için yazdığım dilekçe örneği. beğenilmedi, hor görüldü. ne dediler?

''niye yazdın böyle bişeyi?''

Öğretmen

''ahahahahahaçokzel''

Merve

''bence boktan''

Engin

''Konuşma lan.''

Ben

****

Bizim fakültenin dekanlığına,

Sayın ilgili kişi, geçen gün yapılan fonetik vizesine gelemedim. öyle böyle değil acayip hastaydım yemin ediyom. gittim hocayla konuştum dilekçe yaz mazeret sınavı için dedi. mazeret sınavı felan bi ayar çekebiliyosak beni alın içeri yav.

ne olduğunu bilmiyorum ama yine de gereğini arz ederim
Namaste!

27 Aralık 2009 Pazar

heey



nihat doğan'ın konuk olduğu bir televizyon programı izledik ve yeniden dünyanın çok adaletsiz bir yer olduğuna karar verdik. o tarz konuşan bir adamın yeri gece yarısından sonra yayınlanan bir eğlence programı değil derin sohbetlerin döndüğü bir trt 4 programı olmalıydı.
hepimiz manafuckyiz hepimizzz!!


26 Aralık 2009 Cumartesi

RE: görkem

janım mesajını aldımç. dediklerini yapan ben değilim. lakin fena fikir de değilmiş, zira facebookta arkadaş listesindeki kızların tüm resimlerini beğenip "yeşimcim çok güsel çıkmışşınn :))))" tarzı yorumlar yapan biri olduğum için bunu da yapabilirim.

p.s. janım çhoq güsel yazıosn. +reppp

görkem

oğlum biri var, sürekli şu aşağıdaki tepkiler kısmına tıklıyo. süper (3) harika (1) gibi şeyler oluyo. sen gelmezden önce hiç tıklanmazdı onlara. sen mi yapıyosun? yapma.

25 Aralık 2009 Cuma

iki çocuklu kel ve tıknaz adam



sercan > adem : hacı akşam konsere geliyosun di mi? orda olacak herkes

adem > sercan : kimin konseri var?

sercan > adem : gripin

adem > sercan : pff.. one night stand garantili konser verseler çekilmez o kelin gürültüsü. sayma beni, iyi eğlenin siz.

sercan > adem : olum insan gör lan biraz, dışarı çık lan

adem > sercan : oha torrent 700'e vurdu, acayip hızlı emiyo filmi

sercan > adem : enişteni sikim enişteni


bir saatten fazla süredir football manager oynuyorum, nihat kahveci'nin özelliklerini database'e mevcut şekliyle giren scout'un sülalesini kalaylarken gözüm yukarıda fotoğrafını yayınladığım masaya takıldı. 'napıyosun olm sen?' dedim kendime, 'senin allah belanı versin, napıyosun lan!'. iki gündür sabah uyanamadığım için derslere girmiyorum, havanın soğukluğunu bahane edip burnumu çıkarmıyorum dışarı, yastığa başımı koyduğumda bir üzüntü alıyor beni. 'ulan' diyorum, 'insanlar var şimdi dışarda, eğleniyorlar'. ertesi gün yoğun katılımlı bir organizasyona davet ediliyorum ve sırf konser verecek gruba burun kıvırdığım için, afedersiniz dinlemeye tenezzül dahi etmeyeceğim için daveti nazikçe geri çeviriyorum. şimdi yine bilgisayarın başındayım, üzeri sağlıksız gıdalarla dolu bir masanın yanında hafif bir baş ağrısıyla bunları yazıyorum. bu nasıl hayat ben çözemedim ya. kuytuda bi psikolog kıstırdım, anlattım durumumu, dedim böyle böyle, ben hem halimden şikayet ediyorum hem elime kurtulma şansı geçtiğinde tepiyorum, biliyorum ki bir süre sonra insanlar sıkılacak benim denyoluğumdan, siktiri çekecekler bana, nasıl olacak bu işler? baktı bana bi süre, bu konuyu muayenehanemde konuşalım dedi, suratına çok sert bir tokat aşk ettim. 'lan olm' dedim, 'sana verecek param yok benim'. o da altta kalmadı 'benim de sana diyecek lafım yok' dedi. hayır bu götün odasına gitsem ben, girişte banknotları bayılsam güzeller güzeli sekreterine, bana diyecek ki; 'durum vahim. bundan kurtulmak için kendinizi insanlara açmalısınız, böyle olmaz bu iş' amına kodum çocuğuna bak yaaa. sana mı soracam? benim babaannem daha bilimsel konuşuyor yav. arıyorum diyorum 'babaanneciğim, ben böyle bi bok yedim, napayım?' diyor 'allah seni öyle yaratmış olm' diyorum 'ohoo koskoca allah bunu mu yaratabilmiş? uğraşsa aynını bizim bakkal recep de yaratır lan' diyor 'tövbe de soysuz köpek' para mara da almıyor. iyi akşamlar dileyip kapatıyorum telefonu yüzüne.

bu sorunu aşmaya çalışacam yarın. bowlinge gidecem mesela. cumartesileri bowlinge gider bizim tikiler. bacağım kadar parmakları var amına koyim, hamburger yemekten duba gibi olmuşlar, o parmakları paso bowling topu deliğine sıkıştırıyolar. hala da oynamaya çalışıyolar bu oyunu. gideyim salona bowling dersi vereyim. benim gibi tek atışta tüm labutları devirmenizi beklemiyorum, ama en azından bizim labutlara doğru atın şu amına kodum topunu, yan tarafa kaçırmayın diyeyim.

iki gündür okula gitmediğim için iki çocuklu kel ve tıknaz adamı da görmedim. çok işlevsel bir adam bu. apartman kapısının önünde another brick in the wall çalmaya başlıyorum, III. part introsunda bu adamı görürsem derse yetişme imkanım var demektir. III. part introsu rektörlüğün az ilerisinde başlar, bu adam mutlaka rektörlük merdivenlerinden iki yanında iki çocuğuyla iniyor olur. akademik personel sanırım. her sabah aynı saatte gidip gelir, saniye sektirmez. mesela bu adamı rektörlüğün 100 metre ilerisinde falan görürsem o derse yetişemem, çünkü saat 08.52 olmuştur. ama kırmızı salon cıvarında rastlarsam kahvaltı yapacak zamanım bile olur. adam robot mudur android midir anlamadım olayını. bi kenara çekip soracam mezun olmadan önce. another brick in the wall yemekhane girişinde biter, coming back to life başlar, coming back to life'ta david'in 'dying to believe in what you heard' dediği kısımda fakültenin önüne gelirim ve kulaklıkları çıkarırım. elin keline android diyorum ama benim de ondan farkım yok anasını satayım. her gün aynı şey.
sabah okula giderken another brick in the wall dinlerim, we don't need no education derim, vizelerden sıçınca bi posta fight club izlerim. müthiş sıradan bi hayat yaşıyorum, üstelik sırf gazla çalışan bi hayat. haha, vizeden sıç, fight club izleyip herşeyini keybedince özgür olun falan deyu dolan. ikinci vizeler başlayacağı zaman yine çalış. hehehe. az cesaretim olsa dövdürecem kendimi sağda solda.

görkem

''Bu blog yalnızca davetli okuyuculara açık'' diyor senin blog. sana burda iş verdim, yazı yazdırdım, uyurken üstün açılınca üstünü örttüm, soframa buyur edip annemin gül kokulu böreklerinden ikram ettim sen blogunu yüzüme kapatıyosun. ne yazıyosun lan içerde? arkamdan mı konuşuyosun? bi yolunu bular girerim olm içeri, oraya girmeden ölmiyeceğim.

akşam yokum evde. benden özür dilemek için yarını beklemek zorundasın. o zamana kadar bahaneni hazır et.

23 Aralık 2009 Çarşamba

adrian'ların cem

ben müzik yapımcısı olsam, şebnem ferah'ına, teoman'ına ne biliyim zencisine, gırtlağına ayrı ayrı para vermem. alırım bu cem'i. maşallah adamda hepsi var. "999999 in 1" ateri kasetleri gibi. çok fena.

yazanın söylemek için kıvranıp da söyleyemediği: "ben konsere gittim laaan!!1!!1!"

22 Aralık 2009 Salı

öd kesesi

kuzey yarımkürenin en sıkıcı(öyle olduğu konusunda herhangi biriyle ölesiye tartışırım) dersinde, bi saniye aklıma espri geldi devam edecem cümleye,

enlarge your penis diye reklam yapacağınıza adamları getirin bizim metin okuma dersine sokun. öyle sıkıcı ki 5. dakikasında sıkıntı ereksiyonu başlıyo ve 50 dakika boyunca ağzınızı yüzünüzü sikiyo. hele bir de blok ders olursa, üfff. boy kompleksi olan ibneler gelsin misafir öğrenci olarak aldırayım içeri.

...dersinde cevabını zerre merak etmememe rağmen yanımdakine dönüp sorduğum 'sınıftan birini öldürme hakkın olsaydı kimi öldürürdün?' sorusuna 'tövbe tövbeee seni!!' diye cevap almak yaraladı beni. insan hayatını niye bu kadar hafife alıyomuşum. e öldürme amına koyim, zorla öldür diyoruz sanki. kafa siktin. midem ağrıyo uyuyacam ben.

20 Aralık 2009 Pazar

19 Aralık 2009 Cumartesi

avatar!

şehirde 3d gösterim yapan sinema yok dedim, günahını almışım şehrin, varmış. gittim avatar'ı izledim. bence daha iyisini yapamazlar. herifin tekine atılan yumruk sanki bana geliyormuş gibi gard aldırdı bu film bana. bunun bir adım ötesi herifin tekinin yediği yumruğun acısını kendi suratımda hissetmemdir ki bu tercih edeceğim bir teknik değil. tek dezavantajı kendi gözlüğümün üstüne 3d gözlüğü takmam oldu. bi süre başımı ağrıttı bu.

uyku düzenimi gene mahvetti itler. gece 4'te tekme tokat uyandırıp 'hadi ihale atcaz' denir mi insana ya? şimdi uykum var onların yüzünden. ama maçı da izlemem lazım. uyanık kalabilmek için serçe barmağımı kesip yaraya tuz bastım. uykuluyken yazı da yazılmıyo. basmadım tuz falan, yalan söylüyorum. vaktiniz olursa avatar'ı izleyin siz.

18 Aralık 2009 Cuma

hümanizm

belki ilginç gelecek ama ben yine bazı şeylere tepkiliyim. markete gazuz almaya çıktım ve geri döndüğümde evin kapısı kilitlenmişti. çalışmam gereken bir vizem, boşaltmam gereken torba dolusu idrarım vardı ama ben kapının önünde terlik&pijamayla kalakalmıştım. tepkim şuna;

uzuun zaman önce insanlar barınaklarında kapı bulundurmaya gerek duymazmış. gel zaman git zaman insanlar kapıyı keşfetmiş, koyalım süs olsun diye mağaralarının girişlerine monte etmeye başlamışlar. sonra bazı amına koduğum oğulları çıkmış, kendilerine ait olmayan evlere girip bok püsür çalmaya başlamışlar. bu pezevenklere önlem almak için kilit icat edilmiş, kilitler büyümüş, kapılar büyümüş, çelik kapılar gelmiş, maymuncuklar, lazer silahları derken şu an bulunduğumuz noktadayız. 2 adım ötedeki markete gazuz almaya giderken bile kapı kitlemek zorundayız. niye? çünkü bir takım orrrospu çocuğu evimize girip kişisel eşyalarımızı çalabilir.
çalmasın arkadaş yaa. gelsin istesin ben vereyim, ben gideyim birinden isteyeyim o versin. silelim parayı, takas usulüne dönelim yine. ben insanların birbirine güvendiği bir dünyada pijama&terlikle kapı önünde kalmaksızın yaşamak istiyorum. çok şey mi istiyorum? parayı bulan lidyalının nassını sikim. onun yüzünden kapıda kaldım.
neyse ki birlikte yaşadığım insanlar haddinden fazla geri zekalı. kapıyı kitleyip anahtarı kapının üzerindeki girintiye bırakıyorlar. ya da kapıda kalabileceğimi tahmin edip bana son bir iyilik yapmayı düşündüler. kapıyı tekmelerken yukardaki girintiden anahtar tıkırtısı geldi. üstünde kale yazan bir metal parçasını gördüğüme bu kadar sevineceğim hiç aklıma gelmezdi.

tanrının işi ne kolay. yarat yarat sal sokağa. sonra otur izle onları tepeden. peeff.

16 Aralık 2009 Çarşamba

die motherfucker die!

klasik vize sıçışlarımın ilki bugün gerçekleşti. takmıyorum artık pek. 'benden daha zeki olabilirsiniz ama ben sizden daha akıllıyım' deyip duruyor adam. akıllıymış, çünkü aklını kullanmayı öğrenmiş. biz denyoymuşuz. dedim 'marduk gelince ona söyle sen bunları' dedi 'bu yaptığın fight club izleyip birbirini tartaklayan aptal insanların yaptığına benziyor' dedim 'alakası yok'. tamam, ilk söylediğinden sonra kurduğum diyalog kafamın içinde gerçekleşti. gerçek olsun istedim ama götüm yemedi sinirli adamın damarına basmaya. marduk falan da gelmeyecek zaten, inanmıyorum. kimsenin duymadığını var sayarak 'keşke resim öğretmenliği okuyaymışım' diye mırıldandım, cevap yetişti hemen; 'biliyon mu ki resim yapmayı?' e şimdi öğrettiklerini de bilmiyorum ki. öğrenirdim yavaş yavaş. olan olmuş gerçi.

hırs yapıp kastığım tek bir ders var, onun fotokopileriyle boğuşuyorum uzun süredir. yarın sınavda yardıracam. nefes alayım diye geldim. şebnem ferah çok bağırıyor dedim dikkate almış galiba, sesini kısmış.

psikolojide terim olarak karşılığı var mı bilmiyorum ama bilgisayarı açınca ilk yaptığım şey masaüstünde arka arkaya refresh yapmak. küçük bir anlığına simgeler kaybolup tekrar beliriyor, başka bir işe yaradığını görmedim. sonra mouse tıklı halde simgelerin üzerinden geçip kare içine alıyorum alayını. neden yapıyorum bilmiyorum. sonra açtım facebook'a baktım, yine kim üzerinde çeşitli sıfatlar yazılı beyaz zemin üzerindeki sıfatlardan birini bana uygun görmüş onu çok merak ediyordum. şu sik moda olduğundan beri her girişimde remove tag yapıyorum 50 tane. tek sıra halinde işeyen 7-8 çocuğun olduğu fotoğrafa bile insan tagliyorlar ya. sikeyim yok mu sizin işiniz gücünüz. ve ayrıca, o siktiğim toplumsal beğeni kriterleri dışında kalan ayrık dişli, ön dişleri büyük, teni esmer, saçları ilginç, bıyıkları çok uzun, doğulu görünüşlü.. ve sair insanların bir araya getirildiği fotoğrafların üzerine sırf komik olsun diye üniversite öğrencisi çok kültürlü arkadaş çevresinin isimlerini taglayan adamın yaptığı nazarımda ırkçılık kadar büyük bir ayıptır. her boku bilen adamlar böyle durumlarda niye 'ahahahah' yapıyor hiç anlamıyorum. tasvip edilir bir yanı yok ki yapılanın. 'hahaha kaşları birleşik adam, hemen bunun üstüne birini taglayayım da eğlenelim' nası bi kafadır ben anlamadım. insan lan onlar. it. bu dallamalığın savunması nasıl yapılır onu da çok merak ediyorum. yaptıklarının meşru olduğuna ve amaçlarının sadece eğlenmek olduğuna beni nasıl ikna ederler acaba. gerçi siklerinde miyimdir o ayrı. ben açıkçası freudyen yaklaşırım bu olaya. bu çabanın altında 'napsam da birilerinin dikkatini çeksem, onlara komiklik yapsam onlar da benimle birer hamburger yemeyi kabul etse' altmetnini ararım. arar buluruum izinii biliirsiin.. sikeyim KürşatGiray nickli adama cam açtırdım 3 erkek nah çekiyor bana. hani kızlar olacaktı? sarışın esmer kumral? kız demişken, bugün aynen şu cümleyi duydum; 'çok rahat kız abi yaa, amına koyim diyo'. ahahahahaadhadagj. nasıl lan? biz deyince niye rahat olmuyoruz abi? ölelim mi?

dün rüyamda film gördüm. 2 kere kalkıp tuvalete gittim, tekrar daldığımda kaldığım yerden devam etti. vizeden sıçmamın nedeni bu bence. beynim uyurken çok çalışıyo, uyanıkken yorgun oluyo, tam kapasite çalışmıyo. en azından bence.. gideyim ders çalışayım.

çok çirkin ve aptalsın keşke ölsen [HQ]



bu tip insanlardan hiç hazetmiyorum. tamam bill baltanın teki ama olaydaki asıl dallama karının kendisi bence. çevremde de birçok kez şahit oldum bu tür olaylara. sevgilisine arkadaşının telefonundan mesaj atanlar, seni gördüm çok beğendim diyenler. kurban çıkıp 'benim sevgilim var siktirol git' derse götleri tavana vuruyor, aksi olursa sinirden köpürüyorlar. allah bin belanızı versin be.

ben bir de hayvanları insanlardan daha çok sevdiğini iddia edip bu iddiasına 'insanlar pis dünyayı kirletiyolar küresel ısınma bla bla' diye kılıf uyduranlara çok kılım. diyelim ki reenkarnasyon var, sen de öldün ve reenkarne olacaksın. inşallah çay kaşığı olarak yaşarsın ikinci hayatını. konuşamıyosun en azından. sikeyim çeneni.

şu HQ olayına da bir çözüm getirilmeli bir an önce. son zamanlarda izlediğim videoların neredeyse tamamı HQ ile bitiyor. fakat izlerken pikselleri sayabiliyorum. demek ki HQ değil o. hadi yaptınız bi hata, kodunuz o ibareyi oraya, olm bari resim kolajlarına HQ demeyin lan. videosuz şarkı dinliyorum, çiçek böcek resimleri geçiyor paso, arada kırık kalp illüstrasyonları falan çıkıyor, bu videonun adı şarkı [HQ]. ne HQ amına Q? orjinal blu-ray filme gömdüm cebimdeki paranın büyük bir kısmını, kalan kısmıyla da yörsan vişne reçeli aldım. aha buyur işte, ayranı yok içmeye gidip blu-ray alıyor. kendime de kızıyorum bazen.

laika yayınevi diye bi yayınevi var, onların bastığı kitaplardan almayın. para kazandırmayın. 3 gün önce mail attım hala cevap gelmedi. 3 aydır çeviri yapacaklar da kitap yayınlayacaklar. eliniz bu kadar ağırsa verin ben çevireyim lan. belki de dozu kaçmış sitemime alınıp cevap vermemişlerdir.. adresimi beğenmemiş de olabilirler. lise 1 de aldığım mail adresini hala kullanıyorum, çok malca bişey almışım hakkaten. msn istedikleri zaman yutkunup tek nefeste 'sen ver ben kaydediim benimki karışık biraz' diyorum. halbuki yenisini açsam utanıp sıkılmama gerek kalmaz.

15 Aralık 2009 Salı

işgüzarlık kapitalizmin direğidir




yemeksepeti.com'dan yemek siparişi vermek istedim. avuç dolusu bozuk param vardı ve bir araya geldiklerinde 5.25 tl ediyorlardı. yemek sipariş edeceğim fast foodçu hamburger menüye 4.90 fiyat koymuştu ve minimum sipariş tutarını 5.00 tl olarak belirlemişti. sonuç olarak, ben, hamburger almaya yetecek param olmasına rağmen hamburger alamıyordum çünkü minimum sipariş bedelini karşılayamamıştım. onu karşılamak için 5+tl tutarında bir sipariş vermem gerekiyordu ve en ucuz mamulleri 1 tl'lik fiyatıyla meyveli sodaydı. sizin ağzınıza sıçayım ben. 50 kuruş borca girdim sizin yüzünüzden. ya çok merak ediyorum 1 tl fazladan kazanmasanız ölecek misiniz, iflas mı edeceksiniz? hadi fast foodçuları geçtim, ulan köfteci cafer bile aynı sistem çalışıyor. köfteci cafer'in dükkanına gideriz biz, cafer'le şakalaşırız, güler eğleniriz. takvim gazetesi olur masada, yemeği beklerken onu okuruz. koskoca cafer'i bile böyle bizans oyunlarıyla parsa toplama çabası içinde görünce üzülüyor insan. hani arkadaştık cafer? abimizdin sen bizim? yazıklar olsun cafer.. yazıklar..

erhan bugün saçlarını jölelememiş, boncuklu kolyesini takmamıştı. yataktan kalktığı gibi sınıfa geldiği her halinden belliydi. yadsıdık bu durumu, erhan değil bu dedik, içine şeytan kaçmış, exorcist olmuş. bizim tanıdığımız erhan jölesini asla aksatmazdı. bir süre şaşkın gözlerle kendisini izledikten sonra dayanamadım ve sordum; 'hayırdır lan, baban mı öldü?' ölmemiş babası. dedim 'o zaman noldu lan?' nolmuş? ekşi sözlükte erkekleri itici yapan detaylar başlığını, hiç işi gücü yokmuş gibi, baştan sona okumuş. aralarında manyağın biri çıkıp jöleli erkekleri sevmediğinden, çarşaf kokulu erkeklerden inanılmaz elektrik aldığından bahsetmiş. bu geri zekalı da bunu yemiş ve radikal kararlar almış. be eşşoğlueşşek, önce o facebook'taki yaz tatilinden kalma, geçiçi dövmeli üstsüz fotoğrafını kaldır. ekşi sözlükte kimse dememiş mi üstsüz fotoğraflarını paylaşmaları itici yapıyor falan diye? hay onların aradıkları kriterlere sokayım.

avatar güzel film olacak gibi. 3D gösterim yapan sinema yok şehirde, 'eskişeyir avrupa şehri, venedik gibi' diyorlar. de siktirin gidin. içinde ciğerci sedat olan avrupa şehri mi olur lan. soru retorik olduğu için soru işareti bile koymadım.

bugün yine geleneksel hayal yıkımına uğradım. artık 'dj akman ölmüş lan' diyenlere eskiden olduğum kadar anlayışlı yaklaşmıyorum, gülmüyorum. shaggy ölmüş diyenlere de aynı şekilde. ama inatla 'iron maiden geliyomuş lan bu yaz!!' diyenlere inanıyorum. öküz gibi seviniyorum. sonuç yine hüsran. gelmiyor itler. saplı sultan lady gaga bile geliyormuş, bi onlar gelmedi..

traş oldum az önce. aslında gayet güzel bir yüzüm varmış. çenemde like butonu olsa tereddütsüz basardım.

14 Aralık 2009 Pazartesi

ona öyle demezler



facebook'ta sürekli haber sitelerinden haber linki postlayan adamların 'bakın ben haber okuyorum, dünyada ne olup bitiyor hepsinden haberim var, gözüm çok açık benim, şimdi siz faniler de benim sizin için seçtiğim haberi okuyun ve dillere destan kudretimden sebeplenin' şiarıyla hareket ettiğini düşünüyorum ve bu acımasız önyargımdan dolayı zerre utanç duymuyorum.
ayrıca 'ülke koyun dolu yea, bi ben biliyom her şeyi' diyen adamların sayısı 40 milyona felan ulaşmış. nassı koyunluk ama. 40 milyon kişi aynı anda koyun diyö. hehheh.

13 Aralık 2009 Pazar

torpil



fight club'da project mayhem üyeleri eve girip temizlik yapabilmek için 3 gün boyunca kapının önünde aç susuz uykusuz beklemek zorunda. sırf narrator iti göğsünde ağladı diye katakulliyle içeriye sokulan bob, project mayhem'in tek şehidi.
torpili yeryüzünden silsek üretim/tüketim dengesi nispeten daha dengeli olur bence.

ortaya hayali bir kız farzedin. bu kızın en yakın arkadaşının yakın bir arkadaşı kızı beğeniyor ve kızın arkadaşına gidip 'bana bunu yap' diyor. resimdeki kardeşimiz ise dişiyle tırnağıyla deşip ekmeğini taştan çıkarmak zorunda. ortadadaki kızı muhtemelen iyi ilişkilerini kullanan anonim herif kapacak. peki resimdeki kardeşimizin vadettiği mutluluğu sunabilecek mi? hiç sanmıyorum..

beni işe alın diye mis gibi cv uzattığınız müessesenin boş kadroya müdürün arkadaşının oğlunu almasıdır ülkeyi karanlığa gömen. gurur duyun ibneler. askerliği de muş'ta yaptırın oldu olacak.

12 Aralık 2009 Cumartesi

şebnem ferah

çok bağırıyo yaa. aslında iyi bi insan ama ne bileyim, çok çıkıyo sesi. üvey annem gibi davranıyor bana.

10 Aralık 2009 Perşembe

hayat size güzeldir



''Benim gerçek dostum 'cehenneme gidiyoruz' dediğimde 'neden' değil, 'ne zaman?' diyendir.''

- eray hadi cehenneme gidiyoruz
+ sıcaktır olm şimdi ora
- sen benim gerçek dostum değilsin
+ ...
- ötenazi istiyorum. ötenazi yapın bana.
+ yasak değil mi o?
- burada yasaklara riayet etmek yasaktır
+ ...
- bari çorba yap da içelim yeğen. şu telefonu da ver babamı arayıp helallik isteyeyim.

- babam, babacığım ben çok hastayım
+ hap iç, ilaç iç.

ben eczacıyım diye gezen adamın yurtdışında tedavi gerektiren hastalığıma bulduğu tek çözüm bu olunca türk eczacılar birliği'yle takışmak geliyor içimden. bu devirde atalarımın sözüne güvenip babamı meslekten ihraç ettiresim geliyor. 'tut kendini yüreğim' diyorum. kanal 7 deli yürek yayınlıyor şu ara.

en son 3 yıl önce hasta olmuştum sanırım. baya yıpranmıştım, zayıf düşmüştüm. o günden sonra bağışıklık sistemime yaptığım birkaç takviyeyle yenilmez bir savaşçıya dönüştüm. hastalığın nasıl bir şey olduğunu dahi unutmuşken soğuk hava sinsi sinsi nufüz etti iliğime kemiğime. ve şimdi çarşafı kaymış yatağımda ölümün gelip beni almasını bekliyorum. penceremden içeri süzülen sokak lambasının turuncu ışığı mutlak ölümümü müjdelercesine titriyor. azrail hiç tatil yapmıyor..

hastalıkların en sevdiğim yanı hastalığı bahane ederek derslere girmemek. hocaları arayıp ahizelerine doğru kuru kuru öksürüyorum, acıyıp atılmamış imzalarımı görmezden gelme sözü veriyorlar. göğüs kafesim ufak bir dokunuşta parçalara ayrılacakmış gibi zonklarken sol yanımdaki cevahir ufak ufak, ağır bir tempoyla inip kalkıyor. bir süre sonra tamamen pasifize olacağının bilincinde sanki o da. her damla kanı sanki son kez pompalıyormuş gibi dağıtıyor vücuduma.

mark zuckenberg arkadaşım ona attığım ikna edici maili almış olacak ki gün boyu mütevazı sitesi facebook'un sıçmasına göz yumdu. profiline ulaşamadığım eski sevgililerime, platonik aşklarıma, fazla smiley kullanıyorlar diye birer birer ignore ettiğim konu komşuya son bir dikiz attım. comment atma imkanım olsa yaşadıkları hayatın değerini bilmelerini salık verecektim.
her maddesini ayrı renk kalemle yazdığım, etrafına çiçekler çizdiğim wish list'ime baktım. çok az maddesinin üzerine çentik atılmıştı. yapılacak çok iş bırakıyorum geride. azrail wish list dinlemiyor..

yataktan kalkmaya derman bulamazken üstüne bir de karnım acıktı. aksi gibi evde kimse yoktu. öyle ya, yaşanacak hayatları vardı hepsinin. kim bilir, belki aralarında toplanıp beni huzurevine yollamayı bile tartışıyor olabilirlerdi. aç karnına ölürsem azrail'in yanında midem guruldayacaktı ve ben rezil olacaktım. hayır, bu ölürken yaşamak istediğim son şeydi. ölmeden önce şöyle güzel bir yemek yiyecektim, ilk yemeğimmiş gibi iştahlı, son yemeğimmiş gibi de iştahlı. açtım çünkü. yanımda nakit olmadığı için eve sipariş veremezdim. mecburen bankamatiğe gitmem gerekti, güç bela giyinip dışarı çıktım. ceplerimden sarkan kullanılmış kağıt mendillere aldırmadan yürüdüm, yürüdüm.. ilk köşeden sağa döndüm, bir yüz metre kadar daha yürüdüm. işte oradaydı, bankamatik. 4 ayrı bankanın 4 bankamatiği yan yana duruyordu, çin seddi gibi sıra olanı ziraat bankası'nınki olmalıydı. burs zamanları hep böyle kalabalık olurdu o bankamatiğin önü. hemen yanındaki vakıfbank bankamatiğine yanaştım, bomboştu. böyle bir durumda ister istemez ziraat'in sırasının son kısmındakilere acıyarak bakıyorsunuz. ben de öyle baktım. paramı çektim ve eve doğru yürümeye başladım.

baş etmem gereken başka bir sorunum vardı. önden yürüyen kız grubunun arkasında 'sizi takip etmiyorum, benim kendi işlerim var ayrıca sevgilim de var ve evlenmeyi düşünüyoruz!' dercesine yürümem gerekiyordu. aksi takdirde kız grubunun en amcık ağızlı, kompleksli, geri zekalı, aptal, eniştesini siktiğim karısının (veda hutbesinde sırıtabilir ama tutamadım kendimi) omzunun üzerinden attığı aşağılayıcı bakışlarıyla karşı karşıya kalacaktım. bu sahneyi daha önce defalarca kez yaşadım. el kadar yolda kol kola girmiş sallana sallana yürüyorlar, size sollamak için açık alan bırakmıyorlar, mecburiyetten arkalarından yavaş yavaş yürüyorsunuz ve açık vermelerini bekliyorsunuz, bu süre içinde bin türlü tilki dolaşıyor kafanızda. 10 adım daha atsak yatırıp sikeceğiz çünkü prensesleri, arkalarından yürüyünce rahatsız oluyorlar. bu benim gençliğe son nasihatimdir, bu konuyu aralarında çözsünler. bir erkeğin sizin arkanızdan yürüyor olması onun sizi takip ettiği anlamına gelmez. iki adımda bir geri dönüp yavşak yavşak bakmayın. yeter yıldırım demirören yeter.
daha önceden karar verdiğim gibi ilk apartman apartman kapısının önünde apartman merdiveninin üzerinden kıvrak bir hareketle sıyrılarak önlerine geçtim, böylece artık 'çok önemli ve sadece beni ilgilendiren işlerim var, herhangi birinizi umruma katmıyorum' dercesine yürüyebilirdim. bu yürüyüş basit bir şey, sağ veya sol kolunuzu diğerine oranla daha geniş açılarla ve daha yüksek tempoyla salladığınız zaman bu yürüyüş moduna geçmiş oluyorsunuz. eğer ömrüm vefa ederse şu 'bayan yanı' ilkelliğine de değinmek isterim.

bloguma arkadaş aldım. ben öldükten sonra blogu yakacak. umarım sözünde durmaz da yazdıklarımı ciltletir falan. forsum olur öteki tarafta. ehehe.



ölümcül değil aslında hastalığım lan. grip olmuşum, tylol hot aldım içiyorum yavaş yavaş. geçer bikaç güne. rock'n' roll ain't noise pollution!

9 Aralık 2009 Çarşamba

the incredible hulk

şimdi anket yapacağım. soru şu;

karakter profilleri alttaki gibi tanımlanmış iki ayrı kişiden hangisi karşısına çıkan her kıza 'seni grubuma solist yapayım, gel thrash metal yapçez' demeye daha yatkındır? petek dinçözce'de fuliş kazanovadır?

Üstteki:



Alttaki:




8 Aralık 2009 Salı

beleş sana canım feda

artık jet-set şekli 'pahalı bir hobi'miz var. domino's'a pizza sipariş ediyoruz ve 31 dakikada gelmesini umuyoruz. bu biraz şans oyunu oynamak gibi. kazanmayı düşünmekten ziyade umut satın alıyoruz. ortalama 20-29 dakikalık bir umut*5 andy dufresne'i shawshank'ten kaçırır.

bir gün gelecek.. geç kalacak kurye. ve ben o gün ışıl ışıl gülümsememle orada olacağım.

7 Aralık 2009 Pazartesi

burcudinho nazario de souza lima gaucho



lan arkadaş burcu burcu değil brezilyalı wonderkid sanki. dünya devlerini peşine takmış yardırıyor. anadolu kulüplerine burun kıvırıyor, kapris yapıyor, ben yedek kalmam diyor. marsık!
arkadaşım burcu'dan bahsediyorum. bir süredir menajerliğini yapıyorum kensinin. kendisine gelen teklifleri değerlendiriyorum daha sonra teklif edene faks çekiyorum 'i regret to inform you that my client burcu is not interested in a relationship to with you.' diyorum. ondan sonra kötü ben oluyorum. dışarıdan pezevenklik gibi görünebilir ama olaya böyle bakmanız ünlü menajerlere size dava açma hakkı verir. sanatıma inanmasanız da saygı gösterin.

yav abi burcu sıradan bir kız. uğruna dağlar falan delinmez ama yüzüne bakılır. ona bile bu kadar teklif geliyorsa ben daha güzellerinin yaşadıklarını çok merak ediyorum. ugg giyip suratlarına badana yapanlar mesela? içinden aslan geçmelik sirk çemberi takıyorlar küpe diye? onlara ne yağıyodur bee.. aradım babamı teşekkür ettim. dedi 'ne için' dedim 'beni erkek doğurmuşunuz bravo' dedi 'ben yapmadım' dedim 'söyle bana gerçek babam kim? bu kaldırabilecek olgunluktayım artık, ölene kadar saklayamazsın!!' yüzüme kapattı telefonu. en son lise 2'de gördüydüm ekolojik dengeyi, görmeyeli baya bozulmuş, suyu çıkmış. doğal seleksiyon ona keza. sanırım güçsüz kadınlar ölüyo sırf erkekler ayakta kalıyo. ya da bana tek kıza yazan çok erkeğin açıklamasını yapın.

ibnenin teki de burcu'ya teklif ettiydi geçen, onay vermedim. bugün de başkasına sarkarken görülmüş. ne hastalıklı ilişkilerin insanlarıymışsınız be amına koyim. bende reddedilme korkusu olduğu için fm'de bile futbolcu transfer edeceğim zaman araya futbolcunun arkadaşlarını sokuyorum. diyorum 'yap şu işi be hacı' diyor 'tamam olum halletçez'. fakat ben bu ibnelerdeki özgüveni anlamıyorum arkadaş. resmen gelip teklif ediyor ya. 'seni gördüm çok hoştun hadi gel çıkalım, diskoda barda sürtelim' diyor. nasıl denir ki bu bi insana? atilla taş'tan daha antipatiksiniz deyyuslar. i'm cleaning my klozeeet :(((

bir de gözlerimizin önünde eriyip gidenler var, batağa saplananlar. üniversite'nin ilk yılının ilk ayında sınıftaki kızların %90'ının sevgilisi vardı ve çok ciddi düşünüyorlardı. ikinci ayında %100'ünün sevgilisi oldu ama önceki %90'ın %70'inin sevgilisi değişti, ordan artan %20 istikrarı korudu ama üçüncü aya zor dayanabildiler. çok acı bi tablo bence. askere gitsin terket, şehirler ayrılsın terket, doğum gününü unutsun terket, daha yakışıklısını gör terket. ulan sana karı boşamak kolay, terketmeden önce yenisinin rezervasyonunu yapıyosun zaten ama terkettiğin adamlar 30 kişi birleşip bi burcu'ya giriyor. utanın yav. gidin amazon olun ne bileyim, kesin tek memenizi ok atın, kuş vurun.

'sevgi' kelimesi deforme oldu felam bi de ama ben onun geyiğini pek yapamıyom. olmuşla ölmüşe çare yok. neyse sikeyim, çok karışık bu mevzular. örümçek bağlamış beynim var. was für ein altmodischer Mann. ich halte ein solche thema sehr langweilig.

burcu ve taliplerinden daha büyük bir sorunum var benim. yılın belli zamanlarında, hiç sektirmeden, saç jölelerim bir hafta boyunca. bunun sebebi yaz başında 3 numara yaptırdığım saçların aralık ayı cıvarında iyice boy vermesi, apaçi gibi şekle girmesidir. teller aralarında 1000'lik gruplar yapıp farklı yönlere doğru gidiyorlar bu da beni az önce 'carisma erkek kuaförü'nden çıkmış gibi gösteriyor. buna bir önlem almak için jöleleyerek bir arada tutma yoluna gidiyorum ben de. ve her yılın belli zamanlarında, hiç sektirmeden, 'vaay jöle? kime yazacan lan dümbük?' geyiğinin öznesi oluyorum. dum. evet, bugünün en şaşırtıcı gelişmesi bu oldu, kimse bana bu soruyu sormadı. ama ben gelenekçi bi insan olduğum için laf arasında 'siktirin gidin lan, jöleyle kıza mı yazılır' dedim millete, istikrarımı korudum. neyse, evden çıkarken saçıma alelacele bi tutam jöle boca edip çıktım, sallana sallana okula vardım. dersten önce bi su dökeyim diye tuvalete girdim, bi de ne göreyim? aynada. jöleyle şekillendirilmiş saçlar sünmüş, garip bi şekil olmuş. rönesans adamlarına dönmüşüm. o saçla 1000 kişinin gezdiği kampüste yürümüşüm :((( ve bugün öğrendiğimiz şey de şu; uzun süre kullanılmayan jöle bozulur. sulanır. saç tutmaz.

beni öyle üzgün görünce bana kendimi iyi hissettirecek bir şey yapmayı önerdiler. ben de benim olağanüstülüğümü kutlamak için milli bir bayram açmalarını söyledim. siktir çektiler. üff şu hayatta istediğim hiçbişi olmayacak mı!!!

6 Aralık 2009 Pazar

خوش آمدید

tahran'dan misafir geldi. farsça biliyor. böylece 4 duvarın içine 5 dili sığdırmış olduk. 'ahmedinejad yaaraamı yye' demeyi öğrettik. iran'dayken diyemiyormuş. türkçe kitabı var kensinin.

- Merhaba
+ Merhaba
- Nasılsın?
+ İyiyim, sen nasılsın?
- ... ile başlıyor kitap. iyiyim sen nasılsının cevabı boşluk, öğrenci dolduracak orayı. yardım istedi, ettik.

+ İyiyim, sen nasılsın?
- nolsun yav, yuvarlanıyoz.

inşallah hocasından azar işitmez. hep türkçe kitaplarını merak etmiştim, görmüş olduk. mr. and mrs. brown'ın yerine ayşe hanım ve mehmet bey var. ayşe hanım çok güzel. lise son sınıftaki almanca kitabında corinna isimli bir kadın vardı, fotoğrafı da vardı. balon içinde 'was machst du?' yazıyordu. fotoğraftaki karıyı porno filmde görmüştük biz. aklımıza geldi, güldük.

iran'lı misafirimiz türkçe'yi anlıyor ama konuşamıyor. anlatmak istediği şeyin ismini bilemediği zaman el kol işaretleriyle anlatmaya çalışıyor, biz de anlıyoruz. çok zevkli lan. iran sigarası getirmiş bi karton. sigara sigara değil saman amına koyim. sen hem insanları şeriatla yönet hem böyle sigaralar içir. olacak iş değil.

sesli düşünüyorum öyleyse teyzemgil de var

gecenin bu vaktinde sokaklar çok sakin. ürkütücü bir sessizlik var etrafta. her gün üç öğün gördüğüm, nereye yetiştiklerini veya dertlerinin ne olduğunu asla anlayamadığım, aceleci insanlar yok. sokaklar, bu insanlar olmadan daha güzel görünüyor. tramvaydan saniyenin onda biri kadar bir süre için de olsa erken inmek için kapıdaki yolu tıkayan insanları azarlayan insanlar yok geceleri dışarda. birkaç köpek apartman merdivenlerine kıvrılmış öylece yatıyor. bir de ben varım. evime dönüyorum. birkaç saat daha dayansam gündüz olacaktı ve eve girer girmez vurup kafayı yatacaktım. hayatımın en eğlenceli günlerinden biri benim için sabaha karşı ıssız sokaklarda ters ters bakan köpeklere diş göstererek bitiyor. yazı yazayım diyorum ama kafamda kelime yok. düşündüklerimi kurallı cümleler haline getiremiyorum. sanırım uyumak bu problemi çözer.

bir gün bir köye buz kütlesi düşmüş. insanlar 'woooww' diyerek toplanmışlar etrafına. uzun tartışmaların sonucunda bunun tanrı tarafından gönderildiğine karar vermişler ve buz kütlesini yalayarak bonus sevap kazanmışlar. o sırada ordan geçmekte olan bir yolcu 'naptınız siz burda?' demiş, köylüler de olan biteni anlatmışlar. adam şaşkın şaşkın bakmış ve 'uçakların tuvaletleri belirli bir doluluk oranını aştığında içerideki sıvı aşağıya boşaltılır, o hızla o yükseklikten akan sıvı hava buz keser yere de buz kütlesi olarak iner' demiş. köylülerin midesi çok bulanmış. din toplumların afyonudur felan.. ayakkabılarımı giyerken kapıda bi arkadaşım anlattı bunu. bişey anlamadım. siz de anlamayın diye yazdım.

uyandığımda (muhtemelen akşam 8 cıvarı) çarşıya çıkıp kendime leslie winkle alacağım. onu sevdiğime karar verdim. gloomy sunday with shadows i spent it all..

4 Aralık 2009 Cuma

winona rydeeer :)

bir arkadaşımın yeni sevgilisinden daha güzelim. saçım, elim, ayağım, kaşım, gözüm.. bir bütün olarak o kızdan daha güzelim ve o benden daha yakışıklı. ama sevgili yapmış işte. her kör satıcının bi topal alıcısı var. biz de topallara burun kıvırdığımız için sap kalıyoz :((( çok sevdiğim arkadaşım hikmet'ten gelsin;

''o kız bizi bozar çünkü o bir kaşar delikanlı adam manitasız da yaşar!! ;)''

xoxoxo. aslansın, kıralsın hikmet. neyse fast food'çuları gezeyim de piyasa yapayım kendime.

http://rapidshare.com/files/116007750/Suat_Ya_muro_lu_-_Garantili_K_z_Tavlama_Sanat_.rar

p.s. flash tv ana haber bülteninde komik haberlerin başlıklarının sonuna smiley atıyo lan.
''adam köpeği ısırdı :)'' hasta herifler ülkeyle alenen dalga geçiyorlar.

etek sarı

şu blogger'a her giriş yapmaya çalıştığımda 'beni hatırla' diyorum ve bir sonraki girişimde yine şifre yazmam gerekiyor. sikeyim, blogger bile varolduğumu unutuyor ben de doğum günümü hatırlarlar da kutlarlar deyu hayal kuruyorum doğum günü öncelerimde. msn'de kişisel iletilere falan 'bugün benim doğum günüm hem saroşum hem yastayım' yazıyorum da öyle dank ediyor millete. neyse ki babam sağ. başım sıkıştığında para gönderiyor bana taa yurdun bi ucundan.

twitter diye bi site yapmışlar, kuş koymuşlar logo diye, bik bik ettiriyolar millete. ünlü twitlerini inceledim bi süre, dünyanın çok adaletsiz bi yer olduğuna karar verdim. şimdi isim vermek doğru olmaz ama, birkaç tane dallama ünlü var ve çok kıroca şeyler yazıyorlar. 'aşkım online ol!!!' yazanları ölesiye taşağa saranlar bu ünlüleri niye follow ediyor lan? iki yüzlü, garabet, popüler olsun canımı yisinci, statükocu, konformist insan modelleri! yemin ediyom aziz nesin'e hak vermemek elde diil yavs. be hey dürzüler.

twit demişken aklıma geldi; bazı kişiler çeşitli yerlere gayet anlamsız harfler yazıp herhangi bir açıklama da yapmıyorlar. tuncay is sçsbba.. oluyor mesela, ben tuncay'ın ne demek istediğini çok merak ediyorum. sonra bunun altına comment geliyor, ayşe bsçsb....... yazıyor. ya hay dilinizi damağınızı sikeyim. bize de anlatın lan ne konuşuyosanız? stfu! lmao! lol! amk!

müzik dinlerken yürümek çok keyifli bir şey ama bir takım sosyal sorumluluk da biniyor omzunuza. örneğin; çok ağır bir şarkı dinliyorsanız moron gibi kafanızı aşağı yukarı sallamayın sokak ortasında. ya da ne bileyim, air guitar yapmayın. bir de diskoda barda canlı müzikte çalan şarkıyı bildiğini herkes görsün, anlayıp takdir etsin diye vudu yapar gibi ağız oynatan adamlar var. siz de yapmayın o çakallığı. iyi bi şarkı öğrenmişiniz lan. moda girmişken seslendiğimiz zaman rol kesiyosunuz bi de; '... i had a feve.. ha ne dedin hacı?' diyosunuz. idrak öncesi volüm yükseltiyosunuz ki şarkıyı ezbere bildiğinizi ve tam o an trans halinde tekrar ettiğinizi anlayalım. ben sizin boncuklu kolyelerinizi sikeyim. çevredeki bayanlar çabanızı takdir edip koynunuza girebilir ama ben girmem. bana yediremezsiniizz!
isterseniz bu yazıyı çok sevdiğim bir filozofun konu hakkında yaptığı yorumla bitirelim;

''ohoo amına koyim her söylediğimi 'çok sevdiğim filozof' imzasıyla yazılara koyun, üzerimden prim yapın; iki kuruş borç istedik miydi tin tin kaçın. amınoğlları.''
Albert Camus

3 Aralık 2009 Perşembe

fokur fokur

yaşanan büyük çaplı kazan kaldırma eyleminden sonra ilk defa uğradım az önce. ne var ne yok bakayım dedim; bi bok yok. olsa keşke.. sözlük içinden bi kaç arkadaşım vardı, dumanlaşırdık sık sık, onlar napıyo diye baktım, onlar da gitmiş. kalmamış kimse.
eski yazılara baktım, ciddi ciddi kasmışım yazarken, nası bi hevesse o dönem yaşadığım.. eğlenceli şeyler çıktı.

bi hesap alıp trollük yapsam sayke giyotine sokar kafamı, ondan tırsıyorum. ulan hiç yoktan hüzünlendiriyosunuz adamı akşam akşam. anıları canlı tutayım derken kirlettim. bir sürü anlatım bozukluğu, imla hatası falan yapmışım. kimse de uyarmıyor.

''sözlükten kim gitsin diye anket yapsalar gözüm kapalı bunun adını veririm. bzymgs derim. gözüm kapalı olduğu için yanlış yazıyorum. bak bu kadar ayrıntılı düşündüm. zaten ne biçim nick lan bu? byzgms diye nick mi olur?

çok artist. tool dinliyor bir de.. 8 tane kulağım olsa bir tanesiyle dinlemem ben onları. ayheytcha.
artemis entreri 03 nisan 2009 00.29 ~ 03 nisan 2009 00.31''


haha, bunu kovdum sözlükten gitmedi lan. bir sürü de enfes aldım o entry'e. o sözlükten burayı bi sen okuyosun byzgms, sana sardım. kirliden de kovacam seni. aflkalşkglşa.




selahattin kişisine de ayarı verdiğime göre artık rahatça uyuyabilirim. hoşgelmiş selahattin kişisi.

2 Aralık 2009 Çarşamba

give me the keys you fucking cocksucker



ben buna harcanan zamanı, düşünen kafayı, okuyan gözümü, bi de burger king kuryesini sikeyim. facebook'ta paylaşanı da (burayı okumuyorsa) sikeyim.
yav arkadaş yemek yerken gözüm takıldı, bi bakayım dedim, köyden indim şehire filmindeki zeki alasya gibi tekrar tekrar başa döndüm. 12'yi oku diyor, o sırada yemeğe dalıyorum, kafamı kaldırıyorum, nerde kaldığımı unutmuşum. ben babam olsam sırf bu yüzden benim gibi birinin dünyaya düşmesine zemin hazırladığım için gidip adalete teslim olurdum. 'ya ama sen iyi birisiiin :)) deme öyle' diyen çıkmazsa sessiz sedasız silerim o bi önceki cümleyi. ilgi çekmeye çalışıyom lan!! haha, neyse sikeyim.

geçen oturdum kral tv izliyorum, pop 20 miydi neydi, öyle bi program var kanalda. revaçtaki yeni klip çekilmiş şarkıları 20'den 1'e doğru yayınlıyolar. ve listemizin 12 numarasında bilmemkim var diyorlar. aha işte onu izlerken yayınlanan tüm şarkıları ezbere bildiğimi farkettim. televizyonun sesini kısıp 'kaldığı yerden devam et' deseler sonuna kadar söylerim, bis falan istesinler onu da yaparım. bana şu gizemi çözüverin yav? yayınlanan hiçbir şarkıyı dinlemek için herhangi bir çabam olmadı, ne indirdim, ne çalarken dinledim.. ben bunları nasıl ezbere biliyorum olm? düşündüm, düşümden ayrı kaldım.. bak yine. düşündüm, bulamadım sebebini. bu çok mistik olayı arkadaşlarımla paylaştım hemen, onlara göre sağda solda sürekli çaldığı için bi şekilde beynime nüfuz ediyormuş, bilinçaltına sızıyormuş. da, ben çorabımı nereye koyduğumu hatırlamıyorken beynimde 30 gb'lik sikko müzik arşivi olmasını sindiremiyorum. bu ayarlamaları kim yaptıysa yanlış yapmış. israf haram deyip beyin fonksiyonlarını fuzuli olanı emmeye açık kurarsan olmaz o iş.

**

bayramda cebime totalde 30 lira para girdi. 30 lira........ çok noktalı yaptım ki durumun vehametini daha iyi kavrayın. elime 10 lira tıkıştıran akrabama ters ters bakarken '10 lira para mı lan it' geldi dilimin ucuna da diyemedim. zaten bayram da ilgi çekici olmaktan çok uzak artık. sokakta kısa donlarla kola tenekesi teperken gördüğüm çocukları eve takım elbiseyle getirip şeker çikolata yediriyorlar. ulan yurt genelinde bayramlığa verilen parayı bir araya getirsen gayrisafi milli hasılanı ikiye katlarsın. ama yok, illa allayıp pullayacaklar çocukları.
cebime giren 30 liranın 20'sini de şambaliye gömdüm zaten. şambali, izmir yöresine ait bir tatlıdır. revaniden daha ağır, babaannemden daha hafiftir. kaymaklı veya kaymaksız olarak servis edilen bu kış tatlısının piyasasını yazın da canlı tutmak için dondurmalı şambali icat edilmiştir. kaymaklısı 1,5, sadesi 1 liraya satılır. yemesi pek keyiflidir. her yemeğin üstüne iyi gider. bunu en iyi yapan yer hiç şüphesiz ki kemeraltında bulunan 'tarihi şamtatlıcısı'dır. ne yazık ki bu adam şambali yaparken sergilediği ustalığı dükkanına isim koyarken sergileyememiş, 'karitatürler' ismiyle çıkan karikatür kitabına benzetmiştir tükanı. işin ansiklopedik kısmını bir kenara bırakırsak, bir dilim şambaliye ahmet altan'ı satarım. bununla yetinmem elindeki bir çift kadın memesini de alır şambalime katık ederim. ahmet altan şambaliyi bilse kimbilir neler satardı. fiyüüü.

**

çok uzun bir zamandır bir senaryosunu yazdığım bir film izlemek istiyordum. bunun için büyük miktar para ve prodüktöre vermelik göt biriktirmiştim. konusu kafamda şekillendirdiğim kadarıyla şöyleydi; serseri öğrencilerle dolu bir liseye idealist bir öğretmen gelip hepsini doğru yola çağıracak. 'rohirrim!' diyecek onlara, 'to the king!'. fakat bu fakirezikserseri öğrenci grubu karşıda kolejin öğrencileriyle kavgalı olacak, her hafta halı sahaya kavga etmeye falan gidecekler. hal böyleyken öğrencileri dize getiremeyen öğretmen onları zenginlerle bir müsabaka yapmaya ikna edecek, zenginler de bunların eline bir güzel verecekler. fakirezikserseriler de hınçlarını hocadan alacaklar, onu öldüresiye dövüp ağzını yüzünü kıracaklar.

ama öyle değilmiş o işler. izleyicinin kendine yakın hissettiği bir grup veya kişiyi izleyici tarafından utanç verici olarak bellenen bir duruma sokarsan seyircinin ilgisi dağılıyormuş. ana avrat sövüyormuş. aynısı kitaplar için de geçerli, ki ben dumbledore'u öldürdüğü için az sövmemiştim rowling karısına. bunu bi abi anlattı, ben de dedim 'tamam kes' dedi 'okey' el sıkışıp ayrıldık. sokayım izleyici vicdanına. hem herif gerçekten dövülmeyecek ki sonuçta, keççap olacak o ağzından akan. ve ayrıca; hangimiz fakirezikserseri öğrencileri huzura doğru çağıran bir öğretmenin kıyasıya dövülmesine hayır diyebiliriz ki? ben şahsen zevkle izlerim.

iş olmayacak gibi olunca ben de biriktirdiği parayı yedim. banknot.

**



bunu yazan kişi türkçe yazılı anlatım dersinde benden yüksek not aldı.. anasını avradını sikeyim arkadaş ya. sistem sistem diyoruz, boşuna mı diyoruz. dayıyor ay dil teorisi, güneş dil teorisi, ebessinin teorisi 'al' diyor, 'ezberle'. sonra bunlar ezberleyip not içinde yüzüyorlar. yemin ediyorum çekecem isyan bayrağını göndere. gidip konuşacam hocayla. 'hocam' dicem, 'bari 70'e tamamlayın benim notu i?'.




Frank'i sevin arkadaşlar.. hangimiz onun kadar açıksözlü olabildik ki?

canın cehenneme

babaannemin 'içine atlet giy olm soğuk olur oralar üşürsün' tevsiyesine uymayı reddedişime verdiği tepki. holivud emperyalizmi babaannemi de yutmuş :((

28 Kasım 2009 Cumartesi

hacı çok canım sıkılıyo

facebook'ta 1.752 tane arkadaşı olan arkadaşımın attığı sms'in tam metni.

iyi bayramlar bu arada.

26 Kasım 2009 Perşembe

1,752

bir arkadaşımın facebook'taki arkadaş sayısı.

20 Kasım 2009 Cuma

Aslında bir konu var

Adab-ı Muaşeret

Sinemaya düşeli uzun zaman olmuş, fakat muhtemelen gişe başarısı namına herhangi bir olayı yok. Olsa çekildiğinden ve sinemada gösterildiğinden haberimiz olurdu.

Dün otobüs yolculuğu sırasında Digi-koltuk vasıtasıyla izlemek durumunda kaldım. 4 saat boyunca 30 kiloluk kafamın da dahil olduğu bir ağırlık taşımak zorunda kalan götümdeki ağrıyı bir nebze unutturdu izlerken. O göt ağrısını unutturan film, iyi filmdir, hoş filmdir arkadaşlar. Bu sözüme güvenin lütfen. Ondan önce yayınlanan Dragonball evolution dindirmedi mesela, hem 2 saat daha az süre oturulmuş bi göte. Öyleyse Dragonball'un sinema uyarlamasına tırt olmuş diyebiliriz. Niye deriz? Çünkü Goku filmin başında çok ezik bir eleman, okulun piçi bunu eziyor büzüyor, sonra Goku'nun canına tak ediyor, yeteneklerini kullanıp dövüyor okul piçini ve arkadaşlarını. Böyle bir olayı barındıran senaryoların film haline getirilmesine karşıyım. Yeter da. Koskoca Hollywood küçük Emrah tıynetiyle film çekiyor.

Adab-ı Muaşeret'e dönelim. Film eşine az rastlanır türden bir kolaj filmi olmuş. Yani izleyiciye orjinal bir senaryo ve sürükleyici bir olay örgüsü vaat etmiyor. Çeşitli filmlerin ünlü sahneleri, şov programlardan akıllarda kalan enstantaneler cart curt birleşip bir film oluyor. Gönderme yapılan filmleri izlememiş olanlar için hiçbir şey ifade etmese de o sahnelerden haberdar olanlar için eğlenceli. Bu yönüyle oldukça riskli bir iş bu yapılan. Nitekim tutmamış, çıktığının ertesi gün sinemadan inmiş, geçenlerde show tv'de oynadı :D:D:D:D

4 saat üstünde oturulmuş götünüzde müthiş bir ağrı hissettiğiniz zamanlarda izleyebilirsiniz. Onun dışında pek tavsiye etmem. Başka şeyler izleyin.
Filmin takdir ettiğim tek yönü; liseli rolünde karşılaştığımız elemanların neredeyse tümünün yüzlerinin sivilcelerle kaplı olmasıydı. Umarım bu lise film/dizilerinde bir devrim olur, fondötene bulanmış, memeleri sarkmış, kartlaşmış karıları liseli diye izlemeyiz. Sivilce lise öğrencisini çok samimi gösteriyor. Bir de Bora Akkaş iyi oyunculuk yapıyor. Yolu açık olsun.
Tüm bunlardan ayrı olarak; Yıldız Asyalı'yı çocukluk zamanlarımda Kanal D çocuk'ta izlerdim. Keman çalıp kuklalarla konuşurdu. Bende romatizma başladı, bu kadın hala liseli rolünde oynuyor. Ne kötü bir oyunculuk kariyeri ama!

Bunun babası vardı Keloğlan..

19 Kasım 2009 Perşembe

Anlar #1



eğer yeniden başlayabilseydim yaşama,
ikincisinde, daha çok hata yapardım.
kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
çok az şeyi
ciddiyetle yapardım.
temizlik sorun bile olmazdı asla. daha çok riske girerdim.
seyahat ederdim, daha fazla.
daha çok güneş doğuşu izler,
daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
görmediğim birçok yere giderdim.
dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.
elbette mutlu anlarım oldu ama,
yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
farkında mısınız bilmem. yaşam budur zaten:
anlar, sadece anlar. siz de anı yaşayın.
hiç bir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan
gitmeyen insanlardandım ben.
yeniden başlayabilseydim eğer, hiç bir şey taşımazdım.
eğer yeniden başlayabilseydim, ilkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
çocuklarla oynardım, bir şansım daha olsaydı, eğer.
ama işte 85’indeyim ve biliyorum...
ölüyorum...


hayat dediğimiz şey, anlar bütünü. anlar bütünü dediğimiz şey ise kendi içinde milyonlarca kola ayrılıyor. mutlu anlar, mutsuz anlar, az mutlu anlar, zevkli anlar, sıkıcı anlar. ben bu anlar bütünün kollarından en dikkat çekici olanlarını inceleyip tanımlayabilmek adına bir seriye başladım. anlardan bahsedeceğim.

Kurbanlık koyun gibi hissedilen anlar

dün akşam saat 11 cıvarı uyandım ve sabaha kadar pes oynayıp küfür ettim. hala nasıl becerdiğimi anlayamadığım bir biçimde sabah 9'daki derse geç kaldım. halbuki ilk benim girmem lazımdı, istesem 7'de bile gidebilirdim. ama gidemedim. hoca kendinden sonra girenlere gider yapıp baş ağrıttığı için ilk derse girmeyi hiç denemedim. kapının önünde oturdum ve mola verilmesini bekledim. beklediğim mola geciktikçe göz kapaklarım ağırlaştı. sağdan soldan geçen kızlarla kesişerek uyanık kalmayı denedim ama işler pek istediğim gibi gitmedi. onlar bana bakmıyordu çünkü. haliyle bu iş sıkıcı olmaya başladı, tam her şeyi ardımda bırakıp mekanı terketmeye yeltenmişken kapı açıldı, hoca çıktı. önümden geçerken bana ters ters baktı, tepkisiz kaldım. gün aşırı hocalarla tartışmak pek tarzım değil. arada iyi niyetimi suistimal eden oluyor, 'ağır başlıysak uysal koyun diiliz, sana ümüğümü sıktırtmam ben' diyorum, tartışma büyüyor, silahlar çekiliyor, sonra aniden uyanıyorum. rüyaymış meğer. kısa vadeli kariyer planlarımın arasında mezun olunca hocaların arabalarını çizmek var.

sınıfa, sınıftakilerin alışkın olduğu bir biçimde geç girdim. artık yadırgamıyorlar geç gelmemi. fakat hala ceketimi çıkarırken bana dönen kafalar oluyor, o anlarda çok çaresiz hissediyorum kendimi. striptizciymişim gibi izliyorlar ceketimi çıkarmamı. cebimdeki tonlarca bozuk paranın ağırlıyla aşağıya doğru kayan aşortmanımın başladığı yerle kazağımın bittiği yer arasından ön yıldız boxerım selam ediyor arada. utanıyorum çok.
yüzümde hafif bir kızarıklıkla sona erdiriyorum şovumu, izleyiciler kafalarını tekrar önlerine çeviriyorlar.
sınıfta ismail yk'nın son single'ını dinliyorlardı. çoğu erkeğin hayallerini süsleyen bir sınıfım var ama ben mutlu değilim. ve eminim o çoğu erkek de hayallerinin gerçekleşmesini istemez.
bir sürü kız var sınıfta, biz üç kişiydik; ali, hamdi ve ben. üç yağız, üç yürek, üç yeminli fişek. adımız bela diye yazılmıştı dağlara taşlara. bir de caner var ama o top gibi biraz. kız tarafından sayıyoruz onu.

bir sürü kızın olduğu sınıf buram buram default kız kokusu kokuyor. default kız kokusunun kaynağını asla öğrenemedim. yeşil elma gibi kokuyorlar, makyaj malzemeleri midir, ne sikimdir, ağır parfüm sıkmış olanlar haricinde hepsi aynı şekilde kokuyor. onun bi sebebini diyin bana. ismail yk'nın son single'ını dinlemek de bu kızların ortak eğlencesiydi işte. hamdi, ali ve ben ölesiye tiksiniyorduk molalardan, kaçıyorduk sınıftan. ayrıca hangi zamanla yazıyorum ben bunu anasını satayım. bi geçmiş oluyo, bi şimdi oluyordu, bi geniş oldu.noldu? neyse, gidip sandalyeme oturdum ve dersin tekrar başlamasını beklemeye koyuldum. yapacak bir şey yoktu, ali yoktu, hamdi kapı önünde kızlara sarmıştı.

hoca geldi, devam edin dedi, önlerden bir kız bir şey okumaya başladı. 'noluyor' dedim hamdiye, 'neler karıştırıyorsunuz siz?'. haha, aslında 'ne okuyo lan bu dombay, neye devam ediyonuz i?' dedim ama öyle yazınca etkili olmuyo. geçen haftadan ödev verilmiş, herkes bir şeyler yazmış, şimdi de yazdıklarını sınıfla paylaşıyorlarmış. ben ödevi o saniye öğrendiğim için yoktu okuyacak bir şeyim.

işte kurbanlık koyun gibi hissedilen an, o zaman başladı. sırayla okuyordu sınıftakiler, onlar 30 kişi falandı. funda, merve, deniz, ayşe, fatma, bahar, gülsüm, hatice, esma, hayriye.. çok kalabalıklarmış. sıra yavaş yavaş bana geliyordu, gergindim. 'evet adem' diyecekti hoca, ama yoktu okuyacak bir şeyim. azar yiyecektim, canım sıkılacaktı, maskara olacaktım.. sıra hızla ilerledi, 'hamdi' dedi hoca, okudu hamdi. aksanı oldukça olmadığından (aksanı yok) okuduğundan pek bir şey anlayamadım ama hoca anlamış. thank you dedi ve bana döndü. kesim sıram gelmişti. avuçlarım terliydi, terli perçemimin ucunda bir damla parlıyordu, ha düştü ha düşecekti. ayaklarımla kafamda çaldığım müziğe ritm tutuyordum, 'ulan' diyordum, 'marduk falan gelse bari'. gelmedi marduk, sıram geldi.

sıra bana gelene kadar şekilden şekile girmiştim, ödevi yapmadığımı ima etmek için sürekli of pof çekmiştim, sınavda çekiştirmelik sakalımı yolmuştum. insafa gelir de beni pas geçer dedim, gelmedi insafa falan. okuyacak bir şeyimin olmadığını en az benim kadar biliyordu, o patlak gözlerinin içi gülüyordu, az sonra fırça çekecekti. 'hocam' dedim, 'yok bende'. 'iyi' dedi, bahar'a geçti sıra. sanırım fazla büyütmüşüm, korkulacak bir şey yokmuş.

2. (bkz: anket lan bu)

3. burda da mı sen it?

16 Kasım 2009 Pazartesi

divided we fall

kilo alıyorum. bundan 2 sene önce 'hızla kilo alacaksın' deselerdi öküz gibi yemek yemeye başlardım. şimdi öküz gibi yemek yemediğim halde kilo alıyorum.
football manager'da gender'i female seçtim, ronaldo(şişman) bana hallendi. bu davşanın dünyanın en iyi futbolcusu olarak tarihe geçmesinin önündeki en büyük engellerden biriydi karı kıza düşkünlüğü. fm scoutlarının da gözünden kaçmamış.

15 Kasım 2009 Pazar

Hani bunun ilk sahibi?



''Senin ben dayını sikeyim dayını.'' Arthur Schopenhauer.

şu fotoşap işini abartmışlar artık. eskiden karıların suratlarındaki kırışığı, sivilceyi falan gizlemek için kullanırlardı, şimdi karı suratı yapıyorlar. bu tip konularda inanılmaz hassas bi insanım. helin avşar hanfendi kendini 'inanılmaz laik bir insan olarak' tanımladığı günden bu yana sıfatlarımın başına inanılmaz ön eki getirmek benim için bir hava gibi, su gibi bir ihtiyaç oldu. inanılmaz bir ihtiyaç oldu.

bugün yaratmış olabileceğim yanlış intibayı düzeltmek için birkaç kelam edeceğim. öncelikle, gün aşırı blog güncellemem beni inanılmaz işsiz güçsüz, inanılmaz boşbeleş bir insan gibi gösterebilir ama değil. benim de bir çevrem var. inanılmaz bir çevrem. 1 hafta öncesine kadar son güncellemeyi ağustos ayında yapmışım zaten. ama ne olduysa havaların bozmasıyla oldu. inanılmaz hassas tenim soğuk havayla temas edince tahriş oluyor. ellerim morarıyor, burnum kızarıyor, bir de işte küçülme, içe doğru çekilme falan var ama o konuya girmeyelim. soğuk hava yapıyor öyle arada. damarlarım çatlıyöööoo. bu nedenle mecbur kalmadıkça dışarıya çıkmıyorum. e içerdeyken de yapacak fazla bir şey olmuyor, ver ediyorum postu, yeni kayıtı. yanlış anlaşılmaların önüne geçebildiysem ne mutlu bana.

soğuklardan mıdır nedir, son günlerde özgüvenimde de gözle görülür bir düşüş var. örneğin bizim bir tane dersimiz var. ne kadar gerekli olduğu tartışılır ama kolay geçer diye aldık. türkçe: yazılı anlatım. bu isimde bi dersi alternatifler arasında gördüğünüz zaman refleksif olarak atlıyorsunuz. çok kolay görünüyor çünkü. ama kazın ayağı öyle değilmiş. dersin hocası bizden çeşitli konularda yazılar yazmamızı istiyor, sonra onları koca sınıfın ortasında okutturuyor. özgüvenimin aşağı doğru ivmelenmesi burada başlıyor işte. ulan ben yıllardır yazarım ama topluluğa karşı en son 5. sınıfta andımızı okudum. o gün de yakışıklı görünmek için saç falan jölelediydim. hahaha. ulan arkadaş 'iyi dersler arkadaşlar' diye bitecek bir metni yakışıklı olarak okusan nolur okumasan nolur. ülküm yükselmek ananızı sikmektir diyen bi kız vardı bi zamanlar, o aklıma geldi. naptılar acaba ona.. neyse, dönem başından beri her ders üçer beşer kişi çıkıp efendi efendi okuyor yazdıklarını. ve mutlaka ölesiye eleştiriliyorlar. yok virgülü fazla uzunmuş, yok kemer tokası çok kalınmış, kılmış, yünmüş. adamın teki aşk hikayesi yazıp esas oğlana 'ibiş' adını verdi diye adamı dersi ciddiye almamakla, dalga geçmekle suçladı kadın. şimdi abi benim özgüven düşmesin de kimin özgüveni düşsün? yukarıdaki resme bakan adam inanılmaz geri zekalı biri değilse benim zevzeklik konusunda inanılmaz eaah, sikeyim inanılmaz inanılmaz. zevzeklik işte. yarın çıkıp bir şey okuyacağım, kadın diyecek 'bu ne lan ne bu?' ne diyecem? 'hocam benim tarzım bu, ben inanılmaz bir eşşoğlueşşeğim o yüzden böyle şeyler yapıyorum.' yer mi karı? yöo.

bu haftanın konusu şu; kümeleme tekniği ile kompozisyon yazma. kümeleme tekniği şu oluyormuş; bir tane ana konumuz var, ana konudan yola çıkarak ana konunun bize çağrıştırdığı kelimeleri buluyoruz, sonra bunları bir araya getirip kompoze ediyoruz. ulan bak aha benden çıkan şu;

özcan deniz (ana konu)
çağrışım kümesi:
mahsun
ibo
izzet
alişan

asmalı konak
haziran gecesi
naz elmas

nurgül yeşilçay
bornoz
ipek tuzcuoğlu
nihat doğan

''metin:

özcan iyi adamdır özcan. bunun fierce rivalsi var mahsun, ibo, izzet, alişan falan. bunlar paso kavga ederler. özcan geçen benim eve geldi. dedi 'abi böyle böyle' görseniz nasıl bıkmış, nasıl yıldırmış yıllar onu. ak düşmüş saçlarına da tek damla boya vurmamış.

asmalı konak yayınlanırken bilirdim ben özcan'ı. seymen ağaydı bu. amarika'dan karı aldı kendine, at üstünde geldi düğüne, karıya elini falan öptürdü. güneşin batışını izlerlerdi beraber. müthiş apaçi bi adamdı bu o zamanlar. sonra nurgül yenge bunu amarika'ya götürdü, orda tam bir new york beyefendisi oldu. özcandenish man in new york oldu. sonra asmalı yavaş yavaş reyting kaybetmeye başlayınca bu biraz elini ayağını çekti bu işlerden. bi süre sonra haziran gecesi'ne başladı. naz elmas vardı bunun rol arkadaşı, nası güzel bi kadındı o bir bütün olarak yahu. yeme de yanında yattı.

naz elmas ile aşk dedikodularına falan karıştı sonra bunun adı. tabi nurgül evlenmiş, çoluğa çocuğa karışmıştı o ara. youtube'da 'nurgül yeşilçayın süper memeleri' başlığıyla yayınlanan bir video var, eğreti gelin filminden bir sahne sanırım, milyonlarca kişi izlemiş. nası abazan toplum olduk yav. eğitimsizlik meğitimsizlik bunlar hep. irecep ivedik falan izleyip güler oldu insanlar. başımızda bu yönetim oldukça ohoo.. asmalı konak'ta giydiği bir bornoz vardı bu özcan deniz'in. nurgül geldi bi kere bunun evine, yandan yandan sokuluyo bizim özcan'a. bizim özcan da çok sinirli o sahnede, fantezi olacak after fight sex olacak. ulan bornoz'a öyle bir düğüm atmış ki özcan, çözülmüyor. annemle birlikle izliyoduk o bölümü, annem kanal değiştirdi. son gördüğüm şey özcan'ın buruşmuş yüzüydü. başarısız bir oyuncu olduğu için sinirden buruşmuş bir yüz gibi olmamıştı. daha çok lahana gibiydi. ipek tuzcuoğlu'nun memeleri de güzel bu arada. nihat doğan ise kusura bakmasın ama o niye çağrıştı anlamadım. her halta giriyor. onunla bir alakası yok bu metnin, çıksın aradan derhal.''


şimdi ben bunu yazdım, gidecem yarın okuyacam sınıfta, milletin kulağına kaliteli metin girecek de sonra ders hocası bana çıkışacak. 'napmaya çalışıyon sen' diyecek, benim moralim bozulacak. yazamıyorum amına koyim ya. ben köhne bir evin içindeki duygu dolu yaşanmışlıkların ve tarihin tanıklık ettiği en büyük aşkların özne olduğu ağlak şeyler yazamıyorum. allah belasını versin romantizm sikini çıkaran adamın. it herif bakmış karılar gelmiyor, bi de böyle deneyeyim demiş, dağlardan ot falan yolmuş, yokmuş tabi o zamanlar çiçek, dinozor yağından kandiller yapıp daşın üstünde mum niyetine yakmış. gel zaman git zaman romantizm olmuş.

şu an o kadar spontan yazıyorum ki iki cümle önce ne yazdığımı hatırlamıyorum. doğaçlama yapıyorum. hiç backscpace klulanmyıourm. hehahah. ve yazılı anlatım dersinde ilk öğretilen şey şuydu; 'yazar önce oturur, konuyu düşünür, kafasında kurar falan, ondan sonra yazmaya koyulur.' yazmaya koyuldum ama hala ne yazdığıma dair fikrim yok, bırak önceden kurgulamayı. yaradana sığınıp yazıyorum. çok uzun oldu zaten gidiyorum ben.

14 Kasım 2009 Cumartesi

Fotoşap



forma yakışmamış açıkçası. şişman göstermiş. ben messi olsam sırf bu sebeple galatasaray'a gelmezdim. zati gözünün teki seğiriyo, haykoya dönmüş.
anasını satayım heriflerde elektrik direği gibi boğaz oluyo ya.. kessen kesemen.

bir de resmi sitede yayınlanan futbolcu fotoğraflarıyla alakalı bir sorunum var. bakın 2 sene oldu, 2 senedir 'kewell gülüşü' diye kavram bile türettiler ama koydukları fotoğrafa bak;



ya olm bi nanik yapın, bişey yapın güldürün şu adamı kameraya bakarken. dedeme benzetmişiniz lan herifi.



bak bu biladerim nası gülüyo. nası memnun halinden.
ben liseye giderken her yıl dönemin ilk haftalarında öğrenci kartlarında kullanılmak üzere fotoğraf çekimi yapılırdı. bir gün nöbetçi öğrenci gelir, 'fotoğraf çekilcekmişiniz aşağı inin' derdi. biz de telaşla tuvaletleri doldurup musluk suyuyla saçlarımızı şekle sokmaya, nispeten yakışıklı görünmeye çalışırdık. ve ne yazık ki hiçbirimiz başaramazdık. her teli ayrı yönlere bakan ve parlamakla parlamamak arasında gidip gelen saçlarla geçerdik objektifin karşısına. saçların tam olmadığının farkında olduğumuz için endişeli bir ifade olurdu suratımızda hep. çeksin de gideyim der gibi bakardık. lise öğrenimim boyunca hiçbir fotoğrafta güzel çıkamadım bu yüzden. tüm fotoğraflarımda karşımdaki insan tenasül uzvunu gösteriyormuş gibi bakmışım. şimdi o fotoğraflara baktıkça allah çok şükür diyorum. bunu neden anlattım; çünkü sabri de bizim yaşadığımıza benzer bir heyecan yaşamışa benziyor. sırf fotoğraf çekileceği için saç ve sakal uzatmış sanki. emanet gibi duruyor sakalları..

13 Kasım 2009 Cuma

I'll be there




22 kasım'da oynanacak Galatasaray-Manisaspor maçına gitmeye karar verdim. biraz tuzlu oldu ama farkmaz. ali sami yen stadında maç izlemek paha biçilehe. fazla klişe. biletim sabri sarıoğlu önü. herhangi bi yamuğunu görürsem nazikçe uyarırım. ayrıca harry kewell ile aynı havayı soluyacağım, belki benim bozuk param dönüp dolaşıp onun cebine girecek. en çok da ayhan akman'a direkt olarak küfredebilme şansı cezbediyor beni. inşallah ilk 11 başlar.

bütün başlıkları ingilizce açtığım için çok sinirlenen oktay sinanoğlu dün karabasan olup uykudayken beni boğmaya çalıştı. mevzuya erken uyandığım için zor kurtuldum elinden. 'what the fuck is wrong with you?!' derken ortadan ikiye ayrıldı, kayboldu. güneş gören vanpir gibi, ingilizce şakıyınca çeşitli şekillere giriyo.

ayhan akman.. nolur sürekli geri pas at. i feel so hooooligan. ahh, sorry oktay, sorry sinanoğlu.

bday

attığın zar yek mi yani
yazdığına denk mi yani
yaptığın iş bu mu yani
nakit değil de çek mi yani..


'iyi ki doğdun' diyorlar. küfür eder gibi.. teşekkürler, teşekkürler, sağol. koca bir gün boyunca 72 farklı kelime kullandım, sırf bugün doğum günüm diye. ondan sonra shakespeare bilmemkaç bin kelimeyle yazıyorduya getiriyorlar lafı, biz türkler çok dar alanda konuşuyormuşuz. her gün doğum günleri oluyor, her gün iyi ki doğdunlar uçuşuyor. ne diyeceksin cevaben? teşekkürler. bu kadarı yetiyor. uzunca bir aranın ardından dün gece ilk defa saat akşam 11 gibi uykuya dalmıştım. normal insanların uyuduğu saatte uyuyor olmak rüyalarımı bile etkiledi. çok pozitif şeyler görüyordum. hiç bitmesin istiyordum. ama kahretsin ki emre tilev'in dillere destan böğürtüsüyle yatağımdan fırladım. telefonum çalıyordu. zil sesi ise şu;



son zamanlarda telefonum sık çalmadığı için sadece galatasaray maçlarını izlerken kullandığım zil sesini değiştirmeyi unutmuşum. uyuyan, hem de aylardır hasretini çektiği bir şekilde huzurla uyuyan birinin kulağının dibinde keweoooolll diye bağıran bir emre tilev yeryüzünün görebileceği sayılı mutlak korku unsurlarından bir tanesidir. ve bu unsur dönüp dolaşıp beni buldu. telefonu açtım, yaşadığım kısa vadeli şok nedeniyle karşıdaki insana (arkadaşım insanı) 'ebenin amı' diye çıkıştım. şok yerini sinire bırakmıştı, 'ne istiyosun lan gecenin bi vakti' diye sürdürdüm çıkışımı. o da şaşırmıştı. böyle karşılanmayı beklemiyordu. 'iyi ki doğdun karşim' dedi. o an dank etti. doğum günümdü dün benim. 3 senedir 19 yaşında olan ben, bi ihtimal 20'e girebilecektim belki. 3 yıl önce bir doğum günümde annem 19'dan gün aldığımı söyledi, ertesi sene 19'un dolduğunu 20'den gün aldığımı ama yine de 19 olduğumu söyledi, geçen sene yaşımı soranlara 'gün alıyorum' diye cevap verdim sürekli. yaşım konusunda kafam çok karışık. gün almak gibi küçük hesaplar peşinde koşmamalı insanoğlu.

bu seferki doğum günüm geçen senelere nazaran sönük geçti. geçen senekini çırağan'da yapmıştık çünkü, bu seferkini yapmayınca sönük oluyo. aflkşaflşa. geçen sene de 15 kişi toplanıp popkek yeyip kola içtiydik halbüse. sabah okula giderken yeryüzünün en manasız ikilemlerinden birinin içine düştüm. odadan çıkıyordum ve kapıyı kapatmak üzereydim, okula gidecektim. o sırada gözüme takıldı o. kola şişesi. orada öylece durmuş bana bakıyordu, ben de ona baktım. 'içsem mi, yok içmeyeyim, içeyim hala asitliyken, ağzımın tadını bozar, içmek de lazım, zararlı ya da...' goool. farkı ben yarattım. aflkaşa. yaklaşık 2 dakika boyunca kapatmak üzere olduğum kapının eşiğinde bir kola şişesiyle bakıştım ve hala geri zekalı olmadığımı iddia ediyorum. uykuluydum sadece.

okul sıkıcı, okul sıradan. facebook'un hatırlatmasıyla doğum tarihimi belleyen bazı insanlar doğum günümü kutladılar. iyi ki doğmuşum. teşekkürler dedim hepsine. diyemedim başka şey. özel günler hususunda dünyanın en temkinli kadını olan annem 14 şubat'ta doğmuştu, babamla 14 şubat'ta evlenmişti. beni 12 kasım'da doğurmuştu, benden 10 yaş küçük kardeşimi de bi punduna getirip 12 kasım'da doğurmuş. bu kadar planlı yaşamayı nasıl becerdiğini hiç anlayamayacağım. sorsan tesadüf diyor. tekrarlanmayan başarı tesadüfmüş. aynı annem beni arayıp kardeşimle konuşturdu ve karşılıklı doğum günü kutlattırdı. iki kere arama olmasınmış. bence annemi maliye bakanı yapsalar ülke süper kalkınır. 10 yıla kalmaz imf bizden borç istemek için habur'umuza dayanır.

yetiyor aslında bu kadarı. annem, en yakın arkadaşlarım ve kardeşim kutladı doğum günümü. fazlasına ihtiyaç yok. kardeşim ergenliğe giriyor bu arada. sesi çok çatallaşmış. şimdi dövsek ters falan da teper bu, karşılık verir. iyiydi çocukken, iyiydi.. girmeyecekti o ergenliğe. eve geldim ve uyudum. evet, doğum günümde uyudum. deliksiz hemi. dışarsı yağmur, çamur pislik içinde, ya ne yapacağıdım? üst komşu kendine play station almış, sürekli 'adrianoooo' diye bağırıyorlar. yan komşu da gitar almış. nothing else matters introsu çalıyor sürekli. 3 saattir intro çalıyor avradısktiğim. kafa lan bu.

bir yaşıma daha girdim. 19 değilim artık, baş kaldırıyorum. amına koyim 10 yaş küçük kardeşim 12 yaşına geldi bana hala 19 diyorlar. ya matematik bilin az arkadaş.
uyandığımda başucumda onlarca popkek vardı. 2. geleneksel popkek şenliklerinde uyuduğum için başucuma bırakmışlar nevaleyi. tane tane yiyorum şimdi. vişne kremalı. bir de not iliştirmişler; 'ebeni sikeyim.' ne güzel adamlarsınız lan..

edit: afkalş babamı unutmuşum lan. o da aradı. o da sağolsun uyurken aradıydı, ne konuştuğumuzu hatırlamıyorum tam. ama yine de kırgınım ben ona aslında. vizeler geldi geçti ne bi arar, ne bi sorar. sonra final vakti geliyo her gün arıyo 'alttan bırakırsan yazın sanayiye çırak verrim seni' diyo. oldu anasını satayım. ne çeşit bi motivasyon senin bu yaptığın yav?

11 Kasım 2009 Çarşamba

Sense of humour



''Fenerbahçe, sezon sonunda G.Saray'la sözleşmesi bitecek olan Harry Kewell'ı kapmak için şimdiden harekete geçti

Son yıllarda transfer etmek istediği isimlerle ilgili çalışmalara çok önceden başlayan Fenerbahçe, müthiş bir yıldızı daha şimdiden gözüne kestirdi. Fenerbahçe'nin transfer etmesi halinde Türkiye'de çok büyük yankı uyandıracak olan
bu isim Galatasaraylı Harry Kewell'dan başkası değil. Sarı-lacivertli ekip, sezon sonunda Galatasaray'la sözleşmesi bitecek Avustralyalı futbolcuyu kapmak için şimdiden planını yaptı.

Cimbom, yıllık 2.5 milyon euro ödediği 31 yaşındaki futbolcuya, yeni sözleşme için daha düşük bir rakam önermekten yana. Ancak Kewell'ın indirimi kabul etmeyeceğine kesin gözüyle bakılırken, bu anlaşmazlıktan yararlanmak isteyen Fenerbahçe, yıldız futbolcuya istediği ücreti verecek. Sarı-lacivertlilerin, aracılar vasıtasıyla Kewell'ın menajeri Bernie Mandic ile konuyu görüştüğü ve olumlu mesajlar aldığı kaydedildi.

Kaynak: FOTOMAÇ''

Open your heart, i'm coming home



uzun zaman sonra böyle cıvıl cıvıl bir not çizelgesi görünce heyecandan bloga koydum. muhteşem görünüyor bana kalırsa. o kadar sıçtın mavisi dedik, adam akıllı sıçmışlığım yok bu sefer. sırf dikkat çekmek için yapmışım gibi oldu. sınavdan düşük alacam diye ağlayıp 90 alan kızlar gibi oldum. aldakllkşag. anasını satayım gerçi en yükseği 80 ama benim için mucize lan bu. aşağıda üç beş not daha var onları koymadım. önemsiz derslerin notları onlar. sınava pijamamı soksam o 90 alır yani, o derece. onlardan gelen yüksek notlara sevinecek kadar düşmedim allah çok şükür. şu dört ders dönemin en taşaklı dört dersi. gerçi size neyse. size niye anlatıyorum ben bunları amına koyim. ben şey diyecektim, bu florentino perez çok fena yan bastı.

geri zekalı adam 250 milyon para harcadı ronaldosu sakatlanınca oynayacak kanat oyuncusu yok. robben'i gönderdi hayvanın evladı. sneijder'i gönderdi.. birini bize vereydin lan bari. gitti öküz gibi hücum hattı kurdu defansa bak. aslında bundan da size ne. futbolla ilgilenmiyosunuz ki siz. florentino perez'i bile tanımıyosunuzdur allah bilir. çok yakışıklı bi dizi oyuncusu olsa tanırdınız ama. böylesiniz çünkü siz. ugg bile giyiyosunuzdur muhtemelen.

35 milyona benzema'yı alacağına üstüne 10-15 daha koyup villa'yı alaydın bari lan. nistelrooy'un ayağına bakmazdın şimdi.

10 Kasım 2009 Salı

Önemli!

arkadaşım cafer bu blogu ziyaret etti. içeriğiyle ilgilenmeksizin aniden 'şarkı çalıyo lan kotam gidiyo amına koyim kotam az lan famili gay indircem lan kotam' dedi. sanırım devasa bir hata yaptım oraya şarkı koyarak. ttnet'in ekmeğine yağ sürdüm. bana kafam girsin.

kotanızı yandaki şarkılardan korumanın yöntemi ise basit. ufak bir dns ayarıyla çözebilirsiniz sanırım. ufak bir dns ayarının çözemeyeceği hiçbir şey yoktur. ufak bir dns ayarı.. hep bizimle kal. gitme sana muhtacız.

That's the question

6 Kasım 2009 Cuma

Kepazelik!

köşe yazarı başlığı gibi oldu lan. hoşuma gitmeyen şeylerin sorumlularına saydırmak istiyorum, üstü kapalı küfürlerle rakibimi boğmak, sağlı sollu yardırıp galibiyet golünü atmak istiyorum. yemin ediyorum altına gündem karikatürü, ne bileyim bizimcity koy sırıtmaz böyle başlığın. kepazelik!

saat 05.42. az sonra sıçtın mavisi çıkacak, fotoğrafını çekip koyarım. bazı fuzuli şeylerle uğraşırken nerden bulduysam mixpod diye bi site buldum. bloglara playlist yapıyormuş. şu bloğa benden başka uğrayan olmuyor ama heves ettim bi denedim nasıl oluyormuş diye. sığmadı mı nolduysa yarım çıktı benim playlist. saçma sapan bir şey oldu ama silmeyecem. heves ettim. yazılarımı okurken insanlar gevşesin, ruhlarını hoş bir esinti sarsın diye özellikle şarkılar seçtim. akjlfakla. yazdıklarımı okuyan da yok ha. ana avrat başbakana sövsem bi kişi dava açmaz bana. başım belaya girmez.

heha, bir gün ben öldükten sonra bu bloğu farkedecek biri, gazetelere çıkacam. 'ölmeden önce şunları şunları yazmış' gibi haberlere meze olacak bu blog. ağlarsa anam ağlayacak gerisinin götüne koyim. düşününce çok garip oluyor insan.. okutacaklar millete bunları. arkadaşlarım falan farkedecek, 'bu herif yazıp duruyomuş ya la' diyecekler, okuyup ağlayacaklar. sırf bu yüzden arkadaşlarım hakkında kötü şeyler yazmıyorum. küfür etmiyorum kimseye. üzülürler lan sonra.

annecim ve babacım, bilmenizi isterim ki intihar falan etmeyeceğim. yavşak gazeteler ölümümü dramatize etmek için aptal aptal şeyler yazarlar, 'zati çok melankolikmiş, fazla yaşamazdı, kesin ihtihar etmiştir' gibi şeyler söylerler, inanmayın. sikseler intihar etmem.

neyse asıl mevzudan uzaklaştım. şu mixpod denen site ne pis siteymiş arkadaş. bi playlist yaptı çarşaf çarşaf reklam veriyor. oraya buraya sitenin ismini yazmalar, kendinizinkini yapın demeler. bi seferlik de hayrına yapın lan? ölür müsünüz? banner maker'lar da aynı işi yapıyor. özene bezene banner yapıyosun sol alt köşede sitenin ismi yazıyor. vay arkadaş ya..


Günün sıçtın mavisi;



buranın saati bozuk..

10 Kasım'a kadar 1 milyon!

buna benzer isimlere sahip çeşitli facebook gruplarına davet ediliyorum birkaç gündür. üstelik tek kişi de değil, aynı gruba 12 kişi davet ediyor. neymiş? o.. çocuğu terörist apo'nun bile 10k hayranı varmış, atamızın niye yokmuş. ya çok büyük dert amına koyim. atamızın facebook'ta fanı yokmuş. kapatalım ülkeyi gidelim. ülkede siyasetin geldiği noktada apolitize olmak sığ, sorumsuz, düşünmekten aciz, boşbeleş olmakla bir tutuluyor. diyor ki adam; 'akçı mısın laikçi mi? cevap ver akçı mısın?' diyorsun; 'uğraştırma beni, git burdan' 20 tanesi toplanıp 'yobaz, hain, sorgulamaksız, götlek' deyu üzerine fırlıyor.

benim gördüğüm kadarıyla ülke 3 kesime ayrılmış. atam sen kalk ben yatamcılar, atam sen kalk ben yatamcı olmayıp yobaz olmakla suçlananlar ve bülent uygunlar. hal böyleyken neyi kime nasıl savunacaksın, inanın bilmiyorum. siyasi tartışmalar için deyimler sözlüğü çıksa yakında yok satar. zaten kullanılan kalıplar belli.

grup davetlerine siktir çektiğimde aptal tepkilerle karşılaşmış biri olarak söylüyorum, 10 Kasım'a kadar 1 milyon Atatürk fanı bulmak Atatürk'ü geri getirmeyecek. 11 Kasım'da tüm fanlar okullarında, iş yerlerinde, evlerinde hayatlarını nasıl devam ettireceklerini düşünüyor olacaklar. ve daha sonra 19 Mayıs için Atatürk'e 1 milyon fan kampanyasında tekrar bir araya gelecekler. gelsinler, lafım yok da, kendilerinden olmayanlara tepki vermesinler. açıkça söylemek gerekirse, ben bu isimde bir grupta olmaktan utanıyorum. az önce aylar önce yanlışlıkla olduğunu tahmin ettiğim bir biçimde DENİZ GEZMİŞ grubuna girmişim. utandım ve anında terkettim. severim Deniz'i, ama grubuna girmem. bunun sebebini bir psikoloğa soracam boş bir zamanda. göt kalkıklığı teşhisi koyarsa bozuşacam, takışacam ibneyle. 'oturduğun yerden para kazanıyosun lan münasebetsiz' diyecem.

***

aslında ben eskiden aktivisttim. zıt fikirlere müthiş sert yaklaşıp görüşlerini savunanlara 'la siktirin gidin ya la' derdim. çevrecilik, atatürkçülük, devrimcilik, mevrimcilik hepsini bi potada eritmiş ideal cumhuriyet erkeğiydim. daha sonra hevesimi kaybettim.

herkes kıskanır ya devlet yönetenleri, bakanları falan. acırım ben. bak mesela ben şu an yayılmış bunu yazıyorum, yarın sınavım olmasa sokaklarda arkadaşlarımla itlik peşinde olacaktım, bakan dediğiniz adamlar yok o protokol, yok bu davet, şu imza, bu mühür kafa patlatıyorlar. yav allah düşmanımın başına vermesin öyle mesleği. para cukka ediyorlar falan ama yemeye zamanları yok ki abi.. nasıl hırs yapmışsa herifler, versen dünyayı yiyecekler amına koyim. benim cebime 20 milyon mu girdi? gider sigara migara alırım, sinemaya giderim, kitap alırım. bir şekilde biter o para. herifin 2500 metrekare evi var, mecliste koşuşturmaktan evin içine girmişliği yoktur. e sikeyim ben öyle kudreti. neyse işte böyle böyle soğudum siyasetten politikadan boktan püsürden. varsın cenazeme güneş gözlüklü binlerce kişi gelip ağlamasın. 2500 metrekare evim de olmasın.

***

gündemde olan bitenlere dair fikirlerim var. onayladığım, onaylamadığım şeyler var ama bunları tartışmak benim için eziyet. ama galatasaray'ın orta sahadaki zenci ihtiyacını saatlerce tartışabilirim. zevk veriyor çünkü bu bana. asla çözülemeyecek sorunlar üzerinde saatlerce kafa patlatmaktansa transfer önerisi mailliyorum galatasaray'a. mantıklı bulurlarsa alıp getirirler belki.

fakaat, bu bakış açısı beraberinde 'ilkel öküz' sıfatını getiriyor bana. onlar ülkeyi ilgilendiren müthiş konular tartışıp beyin fırtınaları estirirken ben zenci orta saha düşünüyormuşum. hem onlar para kazanıyormuş, benim elime ne geçiyormuş. denyo muymuşum neymişim ya. siniredicisığdüşüncesizgündemdenkopukeşşeoğluymuşum.

ben bu görüşe katılmıyorum. futbolcular para kazanırken benim elime bir şey geçmiyormuş falan. yav o para kazanıyor dediğin futbolcular sırf ben eğleneyim diye tonlarca ter atıyorlar lan. maymuna dönüyor adamlar 90 dakika. şaftları kayıyor it. ben napıyorum? ağzımda sigara önümde çay 'ayağğın skeyim ayhan ayyağın' diyorum. üstelik beni eğlendirmek için karşılık beklemiyorlar. aldıkları para fazla olabilir ama tavuk mu yumurtadan çıkar sorusuna horozun verdiği cevabı veririm; 'ben sikerim gerisine karışmam'

10 Kasım'a kadar 1 milyon fan bulamazsanız Atatürk dünyaya rezil olur. 'heha hiç seveni yokmuş len' der gavurlar 5 çaylarını içerken. Atatürk'ün saygınlığı sizin elinizde. mutlaka olun 1 milyon kişi..