10 Aralık 2009 Perşembe

hayat size güzeldir



''Benim gerçek dostum 'cehenneme gidiyoruz' dediğimde 'neden' değil, 'ne zaman?' diyendir.''

- eray hadi cehenneme gidiyoruz
+ sıcaktır olm şimdi ora
- sen benim gerçek dostum değilsin
+ ...
- ötenazi istiyorum. ötenazi yapın bana.
+ yasak değil mi o?
- burada yasaklara riayet etmek yasaktır
+ ...
- bari çorba yap da içelim yeğen. şu telefonu da ver babamı arayıp helallik isteyeyim.

- babam, babacığım ben çok hastayım
+ hap iç, ilaç iç.

ben eczacıyım diye gezen adamın yurtdışında tedavi gerektiren hastalığıma bulduğu tek çözüm bu olunca türk eczacılar birliği'yle takışmak geliyor içimden. bu devirde atalarımın sözüne güvenip babamı meslekten ihraç ettiresim geliyor. 'tut kendini yüreğim' diyorum. kanal 7 deli yürek yayınlıyor şu ara.

en son 3 yıl önce hasta olmuştum sanırım. baya yıpranmıştım, zayıf düşmüştüm. o günden sonra bağışıklık sistemime yaptığım birkaç takviyeyle yenilmez bir savaşçıya dönüştüm. hastalığın nasıl bir şey olduğunu dahi unutmuşken soğuk hava sinsi sinsi nufüz etti iliğime kemiğime. ve şimdi çarşafı kaymış yatağımda ölümün gelip beni almasını bekliyorum. penceremden içeri süzülen sokak lambasının turuncu ışığı mutlak ölümümü müjdelercesine titriyor. azrail hiç tatil yapmıyor..

hastalıkların en sevdiğim yanı hastalığı bahane ederek derslere girmemek. hocaları arayıp ahizelerine doğru kuru kuru öksürüyorum, acıyıp atılmamış imzalarımı görmezden gelme sözü veriyorlar. göğüs kafesim ufak bir dokunuşta parçalara ayrılacakmış gibi zonklarken sol yanımdaki cevahir ufak ufak, ağır bir tempoyla inip kalkıyor. bir süre sonra tamamen pasifize olacağının bilincinde sanki o da. her damla kanı sanki son kez pompalıyormuş gibi dağıtıyor vücuduma.

mark zuckenberg arkadaşım ona attığım ikna edici maili almış olacak ki gün boyu mütevazı sitesi facebook'un sıçmasına göz yumdu. profiline ulaşamadığım eski sevgililerime, platonik aşklarıma, fazla smiley kullanıyorlar diye birer birer ignore ettiğim konu komşuya son bir dikiz attım. comment atma imkanım olsa yaşadıkları hayatın değerini bilmelerini salık verecektim.
her maddesini ayrı renk kalemle yazdığım, etrafına çiçekler çizdiğim wish list'ime baktım. çok az maddesinin üzerine çentik atılmıştı. yapılacak çok iş bırakıyorum geride. azrail wish list dinlemiyor..

yataktan kalkmaya derman bulamazken üstüne bir de karnım acıktı. aksi gibi evde kimse yoktu. öyle ya, yaşanacak hayatları vardı hepsinin. kim bilir, belki aralarında toplanıp beni huzurevine yollamayı bile tartışıyor olabilirlerdi. aç karnına ölürsem azrail'in yanında midem guruldayacaktı ve ben rezil olacaktım. hayır, bu ölürken yaşamak istediğim son şeydi. ölmeden önce şöyle güzel bir yemek yiyecektim, ilk yemeğimmiş gibi iştahlı, son yemeğimmiş gibi de iştahlı. açtım çünkü. yanımda nakit olmadığı için eve sipariş veremezdim. mecburen bankamatiğe gitmem gerekti, güç bela giyinip dışarı çıktım. ceplerimden sarkan kullanılmış kağıt mendillere aldırmadan yürüdüm, yürüdüm.. ilk köşeden sağa döndüm, bir yüz metre kadar daha yürüdüm. işte oradaydı, bankamatik. 4 ayrı bankanın 4 bankamatiği yan yana duruyordu, çin seddi gibi sıra olanı ziraat bankası'nınki olmalıydı. burs zamanları hep böyle kalabalık olurdu o bankamatiğin önü. hemen yanındaki vakıfbank bankamatiğine yanaştım, bomboştu. böyle bir durumda ister istemez ziraat'in sırasının son kısmındakilere acıyarak bakıyorsunuz. ben de öyle baktım. paramı çektim ve eve doğru yürümeye başladım.

baş etmem gereken başka bir sorunum vardı. önden yürüyen kız grubunun arkasında 'sizi takip etmiyorum, benim kendi işlerim var ayrıca sevgilim de var ve evlenmeyi düşünüyoruz!' dercesine yürümem gerekiyordu. aksi takdirde kız grubunun en amcık ağızlı, kompleksli, geri zekalı, aptal, eniştesini siktiğim karısının (veda hutbesinde sırıtabilir ama tutamadım kendimi) omzunun üzerinden attığı aşağılayıcı bakışlarıyla karşı karşıya kalacaktım. bu sahneyi daha önce defalarca kez yaşadım. el kadar yolda kol kola girmiş sallana sallana yürüyorlar, size sollamak için açık alan bırakmıyorlar, mecburiyetten arkalarından yavaş yavaş yürüyorsunuz ve açık vermelerini bekliyorsunuz, bu süre içinde bin türlü tilki dolaşıyor kafanızda. 10 adım daha atsak yatırıp sikeceğiz çünkü prensesleri, arkalarından yürüyünce rahatsız oluyorlar. bu benim gençliğe son nasihatimdir, bu konuyu aralarında çözsünler. bir erkeğin sizin arkanızdan yürüyor olması onun sizi takip ettiği anlamına gelmez. iki adımda bir geri dönüp yavşak yavşak bakmayın. yeter yıldırım demirören yeter.
daha önceden karar verdiğim gibi ilk apartman apartman kapısının önünde apartman merdiveninin üzerinden kıvrak bir hareketle sıyrılarak önlerine geçtim, böylece artık 'çok önemli ve sadece beni ilgilendiren işlerim var, herhangi birinizi umruma katmıyorum' dercesine yürüyebilirdim. bu yürüyüş basit bir şey, sağ veya sol kolunuzu diğerine oranla daha geniş açılarla ve daha yüksek tempoyla salladığınız zaman bu yürüyüş moduna geçmiş oluyorsunuz. eğer ömrüm vefa ederse şu 'bayan yanı' ilkelliğine de değinmek isterim.

bloguma arkadaş aldım. ben öldükten sonra blogu yakacak. umarım sözünde durmaz da yazdıklarımı ciltletir falan. forsum olur öteki tarafta. ehehe.



ölümcül değil aslında hastalığım lan. grip olmuşum, tylol hot aldım içiyorum yavaş yavaş. geçer bikaç güne. rock'n' roll ain't noise pollution!

Hiç yorum yok: