2 Ağustos 2009 Pazar

Hayallerimi geri verin ulan!



Şu yukarıdaki adam büyük bir adam. Kendisi bu yaşımdan sonra futbola tekrar ilgi duymama ön ayak olmuş, yıllar önce bir şişe gazoz ve bir avuç çiğdem ile kahvehanelerde maç izleyip Galatasaray yenince sevinç içinde eve döndüğüm günleri bir nebze de olsa geri getirmiştir. Bittabii kendisinin bundan haberi yok. Bunu ona söylemedim çünkü. 10-15 yıl önce babam her pazar elimden tutar kahveye götürürdü beni maç izletmek için. Hagi'yi, Bülent'i, Suat'ı izlerdik beraber.. Daha sonra futbola olan ilgim azaldı ve giderek küle döndü. Fakat şu yukarıdaki adam o külleri tekrar harladı. Ne yazık ki babamın tekrar elimden tutmasını sağlayacak kadar kudretli biri değil kendisi.. Çocukluğuma dair en çok özlediğim şey babamdır benim. Siyahtı saçları.. Büyük gözlükleri vardı..

Ben büyüdüm sonra, babam ise yaşlandı. Yaşlanmaya devam ediyor, huysuz ve aksi bir adam olarak. Elime para tutuşturup 'git kendine gofret al hadi' deyip sevindirmiyor mesela beni. Cimri adam yav. Emekliliğine 3 ay kaldı artık, gün sayıyor. Geçen gün yanında çalışan arkadaşın yıllık iznini istemesi üzerine beni yanında çalışmak için zorladı. Üstelik bana maddi bir kazanç vadetmiyordu. 'Aşkolsun sana kapitalizm' dedim, 'dağ gibi babamı bile devirmişsin.' Biraz evde kös kös oturmaktan sıkıldığımdan, biraz babamın kati bir sesle işe başlamamı buyurmasından geçen pazartesi gidip işe başladım. 1 hafta çalışacaktım. Yıllık izin 1 haftaymış çünkü. Çalışan izninden döndüğünde ben tekrar evde kös kös oturabilecektim. Nitekim şu an oturuyorum.

İşyeri sıradan bir eczane. İlaçlar var, müşteriler var, bunlara ek olarak kotasız internet var ki bu işi kabul etmemde çok etkili oldu. Yapacağım iş basit aslında. Huzurevinin eczanelerle yaptığı anlaşma gereği huzurevinde yaşayan yaşlıların ilaca ihtiyacı olduğunda eczane aranıyor, eczane de onlara ilaç götürüyor. Benim yapmam gereken bu getir götür işiydi. İşin kötü yanı ise huzurevinin dünyanın bir ucunda olmasıydı. Amatör şehir planlamacılığı örneği.. Huzurevine en hızlı şekilde gidebilmem için babam bana miadını doldurmaya yakın bir motor tahsis etti. Hesapta motora binip hızlı bir şekilde gidip gidip geleceğim. Başta iyi bir fikir olduğunu düşünsem de motoru her durdurduğumda marşa basıp çalıştırmak için yaklaşık 8 dakika ve kovalar dolduracak ter harcadıktan sonra bunun hiç de iyi bir fikir olmadığına ikna oldum.

İğrenirim motor kullanmaktan. Motordan ziyade, motorlu taşıtlara garezim var. Ulaşımımı ayaklarımı kullanarak sağlamak taraftarıyım. Galatasaray taraftarıyım bir de. En son, bundan yaklaşık 10 yıl evvel, babamın Super 51 model mobiletini kullanmıştım. Kendisi şöyle bir şeydir;



Bu motordan feci bir biçimde düştükten sonra motor kullanmaya tövbe ettim. Heyhat, hayat tövbelerimizin gereğini yerine getirmemiz için bile imkan tanımıyor bazen.. Motor kullanmaktan daha fazla iğrendiğim bir şey varsa o da motor kullanırken bir tanıdığıma rastlamaktır. Yaşadığım çevrenin ortak kanısı motor üzerindeki gençlerin karı kız ayıklamak için motor kullandıkları yönünde olduğu için iğrenirim motordan. Gerçekten çok iğrenirim ama.. öyle böyle değil.

Eczanenin telefonu acı acı zırladı ve ilk görevim geldi. Motora binip yokuş aşağı saldım kendimi, huzurevine doğru.. Huzurevi berbat bir mekan. En genci 70 yaşında olan insanların barındığı bir yer. Yüzleri hiç gülmüyor o insanların. Çok az konuşuyorlar. Ve mutsuzlukları yüzlerinden okunuyor. Bana kalırsa yetiştirdikleri evlatlardan utanıyorlar. Öyle ya, ilaçlarını bile hiç tanımadıkları kişiler getiriyor onlara. İğrenç bezlerini yıkadıkları, yemeyip yedirdikleri evlatları değil de, yüzlerini ilk defa gördükleri insanlar ilgileniyor onların sağlığıyla. Ve ben, kendimi en çok onlara güzel bir söz söylediğimde bana attıkları mutlu bakışları gördüğümde seviyorum. Sonra ben gidiyorum, sönüyor gözleri.

Benim babam veya annem onlar gibi olmayacak. Benim çocuklarım onlara benzemeyecek. Baba parası veya vücut güzelliğiyle paranın ve şöhretin gözüne vuran insanlardan nefret ederiz, dünyanın adaletine söveriz ya..
Ben, her gün kendimden bir kez daha nefret ediyorum.

5 günlük çalışma maceramın en trajik anı motorum ile hız sınırlarını zorlarken ilk sevgilim ile göz göze gelme anımdı. Şehrin en ıssız mahallesinde, sırf rüzgar yiyip serinlemek için bağırttırırken motoru, onu gördüm. Uzunca arkamdan baktı.. Görmeyeli çok güzel olmuş. Onsuz yaşayamayacağıma kendimi inandırdığım, onsuz her şeyin eksik olacağını sandığım ilk sevgilim, genç ve güzel bir kadın olmuş.

6 yıldır onsuz yaşıyorum, 6 yıldır eksiksiz..

Bu bir hafta bana iki şey öğretti;

1. İlk sevgililer, son kez görüldüğünde bile insanın midesini ters döndürebilecek kadar işliyor kana.
2. Huzurevi sakinleri, ilk sevgililerini çoktan unutmuş.

Her gün bir kez uğruyorum artık oraya. İhale oynuyorum yaşlı arkadaşlarımla. Vuruyorum kafalarına kozları, asları.. Ben vurdukça gülümsüyorlar. 50 yıl önce benim konumumdaydılar. Ve ben, 50 yıl sonra onların konumunda olmamak için dua ediyorum.


''All in all you're just another brick in the wall.''