9 Ekim 2010 Cumartesi

1 Ağustos 2010 Pazar

şerefsiiiiz

arkadaşlar merhaba,
insanoğlunun ne kadar iki yüzlü olabileceğini, avam bulduğu zevkleri yerip karizmaya kat çıkmak için ne derece küçülebileceğini örneklemek üzere geldim buraya. dün otobüste kutsal damacana 2 filmini izlettiler bize, yanımda oturan eleman filmin başından sonuna kadar kahır kahır güldü, şafak sezer küfür etti bu güldü, başka biri küfür etti bu yine güldü. neyse sonra film bitti bu laplop açtı twitter'a girdi 'kutsal damacana 2'yi izledik. allam bu kadar saçma film mi çekilir pöffff..' yazdı. o olaya çok canım sıkıldı gerçekten. insanoğlu ne kötü..

buraya son geldiğimde yandaki ankete 36 oy kullanılmış görünüyodu, şimdi sayı düşmüş. burda da garip şeyler olmuş. neyse koyim blog müessesesine.

i ♥ tatil yapmak.

10 Haziran 2010 Perşembe

i'm megatron!



☺/
/♥
/|\son çekindiğim fotoraf. arkadaşım çekti.

gece saat 4 sularında çorbacıya doğru yürürken karşıdan gelen bir adam ara sokağa saptı. uzun zamandır kilo almışsın, hayvan olmuşsun, koskocamansın diyen insanlar vardı çevremde fakat her gün aynaya baktığım için değişikliği farketmiyordum. o eleman yolunu değiştirince farkettim ki gerçekten büyümüşüm. bilirim o yol değiştirme psikolojisini, hacmim küçükken ben de çok yaptım. gece gezmeyi sevdiğim için eve dönüşlerim hep karanlık yollardan oldu, o yollarda karşıdan gelen bir adam gördüğümde önce bir tartardım, teke tekte alır mıyım diye bakardım, alamayacak gibiysem bulduğum ilk köşeden dönerdim. adam benim peşimden aynı yola giriyorsa aha sıçtık deyip adımlarımı hızlandırırdım, yoluna devam ederse benimle bir problemi olmadığını anlayıp aynen geri dönerdim. canım tatlıdır. dayak yemeyi sevmem. bu gece karşıdan benim geldiğimi görünce ilk köşeden dönen eleman ben biraz uzaklaşınca girdiği köşeden çıkıp yoluna devam etti, gençliğimi gördüm onda. onun da canı tatlı kesin. hazır yaz da gelmişken posta gazetesi alıp ender saraç diyetleriyle besleneyim diyorum. havuza denize giriyoruz yazları, çıplak üstelik. fit görünmek lazım.
super size me izleyip mc donald's önünde eylem yaptım. orospu çocukları diye bağırdım. kapalıydı dükkan gece 4 suları falandı işte.

şimdi baktım karanlıkta heybetimden korkuyor millet, decepticon olmaya karar verdim. reversible montum var onla başlarım dönüşmeye ufaktan. bugün lise önüne gidip tıfıl bi bebe kaçıracam adını starscream koyacam hizmetçim yapacam. sonra beni günde 5 kere meynenetsiz amına koduğum çocuğu hitlerin fotoğrafıyla muhatap eden facebook arkadaşlarıma saldıracaz. onların her birini dövmediğim için bana küfür edeceksiniz. amk piçi diyeceksiniz. bunu kaldıramam. o yüzden bu işi yapacam. kısa vadede planlarım bunlar. sınavım var az sonra.

8 Haziran 2010 Salı

kına yakın

"merhaba, shalom & salam to all our beloved fans & friends...
2 weeks ago, we were the happiest band on earth when we were announced to sonisphere istanbul, we all waited for this moment for so long.
then, a political fucked up crisis started between our countries and a whole chaos started to go on and unfortunately still goes on till that moments.
after a few days of rumors we were sadly announced today that the security company who is responsible of the festival cannot guarantee our safety during the fest and therefore our show had to be delayed from this year…
you have to know that, we, orphaned land, we felt safe and we 100% wanted to come despite all, to have that show for the purpose of peace, friendship and brotherhood of our nations. the facts are that this is a big festival, with many people and many bands, and the security company didn't want to risk all of that just because of us. we couldn't agree with it, but we fully understand it and respect it. yet, we and purple productions, are very sad, it is such a strange feeling not to be able to play in turkey, this is our second home!
due to the situation that was created our show moved to sonisphere romania. we promise you all that we will make the maximum efforts to schedule new dates in turkey very soon. we personally feel safe; we don't need any kind of security, surrounded by all of you makes us safe, but this is just us.
we wish to thank our amazing fans who wrote "serefe..." in our facebook fan page (there were hundreds of you!!) to all the people that opened support groups and even the ones that just expressed their opinion; you all are the greatest gift that a band could get. please don't be sad about this cancellation, all delays are for the good, one day, politicians will learn and take an example from you and us, inshallah.
before we leave please remember this, our orphaned brothers - our countries flags may have different signs and colors but deep in our hearts shines the same flag – the flag of hope, friendship, brotherhood, don't ever forget it - it is our duty as disciples of the sacred oath.
sherefe & mujuck to all of you,
orphaned land."

ve milli duygularımız ve sarsılmaz cesaretimiz bir kötülüğü daha defetti. kına yakın.

16 Mayıs 2010 Pazar

gool

fenerbahçe gol attı, şampiyonluk geliyor. dışarısı insan yığını, alkış kıyamet koptu golden sonra. ben, evde oturdum tek başıma film izliyorum, yanımda cips var. ah ulan galatasaray. ben ne güzel ankara'da olacaktım şimdi, şampiyonluk kutlayacaktım..

belki seneye gene tepindireceksin beni sevinçten veya kederden, ama bu sene yaptığını hiç unutmayacağım galatasaray..

2 Mayıs 2010 Pazar

ölmüş ercan ölüdür

Üç ay önce talihsiz bir kaza sonucu sahip olduğu tek kaliteli ders materyali olan flütü kırılan İbrahim okula doğru isteksizce yürüyordu. İlk ders müzikti ve muhtemelen derse flütsüz geldiği için yirminci kez azar yiyecekti öğretmeninden. Müzik dersi olduğu günler hiç mutlu olmadı İbrahim. 7 çocuklu bir ailenin en küçük çocuğuydu İbrahim. Babası çoğu zaman adını hatırlamazdı, 7 numara diye seslenirdi oğluna. O babadan bir flüt istemek o yaşta bir çocuğun cesaret edebileceği türden bir şey değildi.
Ve birden, önünden geçtiği parkı çevreleyen çalılıkların arasında parlayan bir şey aldı gözünü. Merakına yenik düşüp ışığın kaynağına yürüdü; gümüş rengi bir flüt. Oldukça sahipsiz bir şekilde duruyor, yeni sahibini bekliyor.
Etrafını kontrol eden İbrahim kimsenin bakmadığından emin olduktan sonra flütü aceleyle çantasına tıkıştırıp neşeli adımlarla okula doğru yürümeye başladı, adımları artık daha hızlıydı.

Sınıfındaki en mutlu çocuk olduğu net bir biçimde anlaşılıyordu. Öğretmen geldi, çocuklardan flütle Yılan Hikayesi jeneriğini çalmalarını istedi.
İçi içine sığmayan İbrahim flütünü ağzına götürdü, derin bir nefes aldı ve üfledi...


***


Sakin bir sabaha uyanan Ercan seri hareketlerle üzerine bir şeyler giydi ve işyerine doğru yola çıktı. İskarpinlerinin ıssız sokakta çıkardığı tok sesler yüksek apartmanlarla çevrili sokakta sürekli yankılanıyordu. Yaptığı işe biraz heyecan katmak isteyen Ercan adımlarıyla bir tempo tutturdu, enstrümanı deri iskarpinden çıkan tok sesleri müzikal bir uyum içerisinde yankılanmaya başladığında yüzü gülmeye başlamıştı. Küçük şeylerle mutlu olmayı en iyi bilen insan muhtemelen oydu. Otobüs bekleyeceği durağa yaklaşırken müziğin ritmi giderek düşmeye başladı ve son bir tok sesiyle tamamen kesildi. Otobüs durağında Ercan’dan başka 5 insan daha vardı. Yaklaşık 15 dakika gibi bir süre için yol arkadaşlığı yapacağı kişilerin yüzlerine dikkatsizce bir göz attıktan sonra bir sigara yaktı. Beklediğiniz otobüsün bir an önce gelmesini istiyorsanız bir sigara yakın. İkinci fırtı alamadan otobüs durakta sizi bekliyor olacak.
Otobüs yolculuklarını her zaman garip bulmuştu. Aynı hedefe giden bir sürü insan, dakikalar/saatler boyu aynı otobüsün oksijenini soluyup birbirlerinin farkında bile olmayan insanlar. İstiyordu ki otobüse binen herkes evden çıkarken annesine poğaça börek hazırlatsın, cam kenarı kola/fanta getirsin, sofra bezlerini sersinler piknik yapsınlar yol boyu. Hangi çağda yaşıyordu allah aşkına, biraz realist olsundu, işine baksındı. Bineceği otobüs yavaşça durağa sokulurken Ercan ve müstakbel yol arkadaşları kıpırdanmaya başladılar. Birer birer otobüse binerlerken Ercan ensesinde ılık bir ıslaklık hissetti. Ani bir hareketle kafasını arkaya çevirdi fakat hiçkimse/hiçbir şey göremedi. Şaşkın bir ‘’Allah allah’’ sesi kafasının içinde yankılanırken otobüsün merdivenlerini tırmanmaya başlamıştı. Otobüste kendisinden ve az önce kendisiyle birlikte binen 5 kişiden başka hiç yolcu olmadığını farkedince bir kez daha şaşırdı Ercan. Daha önce hiç oturarak yolculuk etmemişti bu otobüste. Mahallede adı fortçuya çıkmıştı. Kız babası arkadaşları hep küsmüştü Ercan’a.

Otobüs yolun üzerinde yavaşça ilerlerken dünü, bugünü, yarını düşünüyordu Ercan. Hayatta hiçbir istediğini elde edememiş, cebren ve hile ile orta sınıf bir üniversiteden mezun olmuş, bitirdirdiği bölümle hiçbir alakası olmayan bir işte çalışmaya başlamıştı. Hayatında değişiklik istiyordu, gece yastığa başını koyduğunda hep bunu düşünürdü. Bir sabah film yıldızı olarak uyanmak, bir punduna getirip aya çıkmak, en olmadı futbolcu olup forvet oynamak. Kafasında yarattığı tüm soyut Ercanları kıskanıyordu. Hatta bazen çok fazla sinirlenirse çeşitli korkunç şekillerde ölüme yolluyordu kafasındaki Ercanlardan birini. Dün gece kafasındaki Ercanlardan bir tanesini meme ellerken resmettiği hayalinin tam ortasında kendi Ercanına sinirlenip memesini ellediği kadının içinden yaratık çıkarttırarak öldürtmüştü. Şimdi otobüste olduğuna göre ve gideceği uzun bir yol olduğuna göre yeni bir Ercan yaratıp bir süre onunla oyalanabilirdi.

Otobüsün yosun tutmuş ‘Sqny’ hoparlörlerinde Axl Rose’un helyum sesi ‘’Welcome to the Jungle’’ diye bağırıyordu 6 yolcuya. Bu hiçbirinin alışık olmadığı bir durumdu, dolayısıyla artık tedirgin olmanın vaktinin geldiğine karar verdiler. Bir sağa bir sola dönen kafalar ve meraklı gözlerin merakını göz yakan beyaz bir ışık huzmesi iki katına çıkardı. Patlayan ışığın yarattığı geçici körlükten kurtulduklarında tamamen beyaz bir odada birbirlerine bakıyorlardı. Odada kapı, pencere, havalandırma borusu gibi dışarıya çıkışı sağlayacak hiçbir gedik yoktu. Hissettikleri korku bedenlerinde beliren ter damlaları ve kontrol edemedikleri ufak titremeler şeklinde tezahür ediyordu. Oraya ne amaçla getirildikleri hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Aslında oraya neden getirildikleri umurlarında değildi, daha ziyade oranın neresi olduğu sorusu kurcalıyordu kafalarını. İlk konuşan Ercan oldu. Bilinmeze sürüklenen bir grup insanın lideri her zaman için grubun ilk konuşan üyesidir. Ercan konuşmaya başlamadan önce bu yazısız kuraldan ve üzerine otomatikman binecek sorumluluktan habersizdi. ‘’Nerdeyiz?’ diyerek başladı söze. Gelen cevaplar hiç şaşırtıcı değildi; ‘’Bilmiyorum.’’. Beyaz ışık görüp otobüsten bembeyaz bir odaya ışınlanan insanlara sorulması gereken soru asla ‘’Nerdeyiz?’’ değildir. Ercan bu denyoluğu yapmıştı fakat olayın şokuyla kimse üzerinde durmadı. Korku dolu gözlerle etrafı kesen yolcu grubu bulundukları odanın her milimetresinden yayılan manasız fısıltıları duyana kadar bundan daha fazla korkacaklarını düşünmemişlerdi. Fısıltılar tedirgin nefesleri bastırdı ve beyaz oda giderek kararmaya başladı...

3 saat sonra...

Odayı dolduran fısıltılar kaybolalı 2 saat olmuştu, şimdi 6 yolcu beyaz zemine oturmuş birbirlerini tanımaya çalışıyorlardı. 6 yolcunun 2’si kadın, 3’ü erkek 1’i de Ercan’dı. Kadınlardan güzel olanının ismi Eceydi. Erkekler de sırasıyla Metin, Ali, Feyyaz. Metin ve Feyyaz’ı gözü hiç tutmamıştı Ercan’ın. Bakışlarında tedirgin edici bir parıltı vardı ve Ercan bu parıltıyı en son ‘’abi aslında çok paran olacak açacaksın böyle bir mekan, günde 100 kişi aksa kemiksiz 500 lira kar, at bi kısmını kenara 3 aya büyütürsün dükkanı, kral olursun, padişah olursun’’ diyen üçkağıtçı arkadaşı Hamdi’de görmüştü. Kendi kendine bu ikisine karşı temkinli olmayı tembihleyerek söz aldı: ‘’Offffff .mına koyim offfffff’’. Gösterdiği aşırı tepkinin farkına vardığında yüzü kızardı ve sol eliyle sağ kolunu kavradı. Bir eliyle diğer kolunu kavrayan insanların mutlaka bir derdi vardır, içine kapanıktır, hastadır, babası falan ölmüştür. Hiç beklenmedik bir şekilde Ercan’ın boşluğa haykırışı birilerinin dikkatini çekti, nereden geldiği anlaşılamayan bir ses odadakilere şöyle diyordu: ‘’Merhaba, ben buraya getiriliş amacınızı ve sizden ne istendiğini açıklayan dış sesim. Sahibimi hiçbir zaman tanıyamayacaksınız, o yüzden sağda solda soruşturmayın. Sizler sandığınız gibi sıradan insanlar değilsiniz. Hepinizin kendine has özellikleri var, ki bu özellikler sizin buraya getirilmenize sebep oldu.’’ İltifat aldıklarını sanan yolcular şöyle bir şişinmiş olsalar da hayalleri ummadıkları kadar erken yıkıldı: ‘’Haha şaka lan. Yok hiçbir özelliğiniz. Kimleri getirsek diye bakınırken ilk siz denk geldiniz. Boşlukta otur otur çok sıkıldık, size tüm bilimkurgu filmi özelliklerini verdik, takılın bakalım neler yapacanız, izleyecez’’.

Uzun süren bir sessizliğin ardından ilk konuşan yine Ercan oldu. Bu herif susmak nedir bilmiyordu yemin ediyorum. Bir bok biliyormuş gibi her konuya salça oluyordu. ‘’Şu verdikleri özellikleri bir deneyelim bakalım...’’ dedi ve aniden yükselmeye başladı. Uçuyordu. Gözlerini kısıp 2 kadından çirkin olana odaklanarak ateş çıkarmayı denedi, başardı. Çirkin kadın çığlıklar içinde yerde tepinirken hiçbiri müdahale etmedi. Yol arkadaşlarının bu vurdumduymazlığına bozulan çirkin kadın arkadaşlarını protesto etmek amacıyla çığlık atmayı kesti ve sessizce öldü bir köşede.

Kalan 5 yol arkadaşı olağanüstü güçlerini denemek için can atıyordu. Metin aniden yüksek sesle ‘’bu böyle olmaz beyler, ben gidiyorum’’ dedi ve aniden ortadan kayboldu. Birkaç saniye sonra haykırarak havaya sıçrayan Ali ne olduğunu anlamak için etrafına bakındı ve yine kaynağı belli olmayan bir kahkaha işitildi. Düşük mizah algısı sahibi Metin görünmez hale gelip Ali’ye parmak atmıştı ve hiç utanmadan gülüyordu bu yaptığına. Beyaz odada bir süre eğlendikten sonra Ercan’dan reddedemeyecekleri bir teklif geldi. ‘’Artık dağılalım ve hayatlarımıza kaldığımız yerden devam edelim.’’. Süper güçlerle donatılmış 5 yol arkadaşı gitmek istedikleri yerlere ışınlandıklarında boşalttıkları odada ‘pof’ sesi yankılanıyordu. Ercan süper güçlerini insanlığın ortak menfaatleri için kullanmaya karar verdi. Hırsızları yakalayacak, küresel ısınmayı durduracak, soyları tükenmesin diye panda ve penguenleri seviştirecekti. Metin ve Feyyaz ise iki kişi kalıp dünyaya hakim olmayı amaçlıyorlardı, bu yolda önlerine çıkacak herhangi bir şeyi tereddüt etmeden yok etmeye and içtiler. Ece ve Ali görünmezlik kullanıp Mars’a falan yerleştiler sanırım. Bulamıyorum onları, kayboldular. Neyse önemli karakterler değillerdi zaten.

1 ay sonra...

Ercan geride bıraktığımız 1 ay boyunca sürekli haklının, ezilenin yanında olup dünyayı daha güzel bir yer haline getirmeye çalıştı. Metin ve Feyyaz ise hain planlarını ertelemişlerdi, zamanda yolculuk ederek vakit öldürüyorlardı. Bir ileri bir geri gidip zamanın nabzını tutuyorlardı. Bir gün Metin’in aklına ortaokuldayken sınıf arkadaşı olan Sabri’ye yaptığı ‘’senin geçmişini s.kerim’’ tehdidi geldi. Ellerine fırsat geçmişken Metin’in yıllar önce savurduğu tehdidi gerçeğe dönüştürme fikri cezbetti iki kafadarı ve 1983 yılına, Metin’in okuduğu ortaokula gittiler. Üzerinde ‘’Hasan Sevgi’yi seviyor, Galatasaray, Iron Maiden, Bahar&Mehmet’’ gibi şeyler yazan bir ilköğretim sırasının üzerinde uyuyor taklidi yapıp ilgiyi üzerine çekmeye çalışan Sabri’yi gördüler. Feyyaz Sabri’nin ses tellerini devre dışı bırakıp sınıf içindeki öğrencileri dondurduktan sonra Metin eline bir çakmak alıp küçük Sabri’nin pipisini yakmak için hamle etti. Alev Sabri’nin etinin hemen yanında usulca titrerken iki kafadar habis kahkahalar atarak attığı çığlıklar duyulmayan küçük Sabri’nin kıvranışını izliyorlardı...

O sırada, 2010 yılında, oldukça itici bir bayanın sunduğu kadın programında ‘’Allaaaaaaaaaaaaaaaaaaahhhh’’ diyerek zeminde daireler çizmekte olan Sabri Bey’i tüm konuklar ve ekran başındaki milyonlar şaşkın gözlerle izliyorlar, adamın deli olduğunu düşünüyorlardı. Gerçekte ne olup bittiğini asla bilemeyeceklerdi...


Aynı programı izleyen Ercan ise bir terslik olduğunu anlamıştı, kötü bir şeyler olacağını hissediyordu.
Metin ve Feyyaz farkında olmadan boylarından büyük bir işe kalkışmışlar, zaman sürekliliğini sekteye uğratmışlardı. Geçmişe ve geleceğe müdahale edilemezdi, sahip olunabilecek tüm süper güçlere sahip olsanız bile...

Yine aynı programı izleyen gizemli adamlar eğlenmek için kalkıştıkları bu işin sonunun kötüye gittiğini farkettiklerinde herkes için çok geçti. Gizemli adamların gazabı öyle korkunç olacaktı ki, Metin ve Feyyaz hiç doğmamış olmayı dileyeceklerdi.
Oynanacak oyun belliydi ve oyuncular zaman kaybetmeden harekete geçtiler. Gizemli adamlar ve Ercan Metin&Feyyaz ikilisini bulup hadlerini bildirmek için hışımla harekete geçtiler. Metin&Feyyaz ise geleceği görebilme yetileri sayesinde başlarına gelecekleri görmüşlerdi, gelecek ölümcül darbe için hazırlıklı olmalıydılar. Ani bir kararla 1983’ten zamanımıza gelerek benim yanıma ışınlandılar. Telefon kablolarımı ve elektriğimi kestikten sonra korkunç gözleriyle bana bakıp onları bu beladan kurtarmamı istediler. ‘’Lan it’’ dedi Metin, ‘’senin yüzünden düştük bu hale, sen yazmasan benim aklıma bile gelmezdi geçmişe gidip Sabri’ye pislik yapmak. Peşimizdekileri umulmadık bir şekilde öldür, ya da ne bileyim yolda birbirleriyle karşılaştırıp seviştir, bize zaman kazandır’’. Metin’e bu istediğini asla yapamayacağımı, prensiplerim olduğunu söyledim. Feyyaz beni kaba kuvvetle sindirebileceğini düşünüp üzerime yürüdü, Metin ise tersimin pis olduğunu anlamış olacak ki Feyyaz’ı tuttu. Aslında gerçekten Metin ile Feyyaz’ın kazanmasını istiyordum, karakterin yaratım sürecinden bu yana Ercan’ı hiç sevmemiştim. Evet, Ercan layığını bulacaktı...

Aniden kafasında bir ışık parlayan Ercan soluğu benim odamda aldı. ‘’Nerdeler?’’ dedi, ‘’titriyorsun?’’ dedim, ‘’hava soğuk’’ dedi, güldüm. Ercan tamamen kontolden çıkmıştı. Yakama yapışıp yaklaşık 7 kere ‘’nerdeler?? Nerdeler dedim??’’ diye sordu. Sakin bir sesle ‘’arkandalar’’ diye cevap verdim. En başından beri görünmez vaziyette olanları izleyen Metin ve Feyyaz ortaya çıkmışlardı ve ellerinde birer aduket tutuyorlardı. Simultane bir biçimde serbest bıraktılar aduketlerini, iki alev topu aynı anda Ercan’ın yüzünde patladı. Ve her şey karardı...

***

Yüksek bir lakanın üzerinden geçen otobüs sarsılarak Ercan’ın kafasını cama çarpmasına sebep oldu. Şiş gözlerle etrafına bakan Ercan hala otobüste olduğunu farketti, hayaller kurarken uykuya mı dalmıştı? Bunların hepsi rüya mıydı? Naaaaaaaaaaaah rüyaydı. Ölmüş Ercan ölüdür, yok rüya falan. Fırsat bulmuşken dalga geçeyim dedim Ercan salağıyla.

***

Ercan’ın ölümünün ardından olup bitenlerden uzaklaşıp Metin ve Feyyaz’ı kaderlerine terk etmiştim. Gizemli adamlar hala peşlerindeydi ve saklanmak gittikçe daha zorlaşıyordu. Kaçıp saklanmak konusundaki son umut kırıntıları da kaybolduğunda durup kaderlerine razı olmaya karar verdiler. Gizemli adamlar ile yüzleşeceklerdi. Ve eğer öleceklerse, bunun olabilecek en epik şekilde olmasını istiyorlardı. Bu yüzden savaş boyalarını süründüler ve tüm imkanlarını kullanarak yok edilemez bir yıkım silahı icat ettiler. Dışarıdan bakıldığında gümüş renkli bir flüt gibi gözüken bu silah üflendiği an infilak edecek şekilde dizayn edilmişti. Patlama şiddeti dünyayı ve ayın bir kısmını yok edebilecek seviyedeydi. Metin ve Feyyaz’ın ellerindeki son koz gizemli adamlara karşı tehdit unsuru olarak kullanılmayı bekliyordu...

Gizemli adamlar yoğun bir araştırma sonucu Metin ve Feyyaz’ın yerlerini tespit etmişlerdi fakat ikilinin ellerindeki oyuncağın yaratacağı yıkımı öngördükleri için plansız bir şekilde müdahale etmekten kaçınıyorlardı. Gizemli adamların en son isteyeceği şey sırf eğlenmek için süper güçlerle donattıkları iki dallamanın dünyayı tek bir nefesle yok etmesiydi.

Üzerinde bitki ve barınak namına hiçbir şey bulunmayan uçsuz bucaksız bir çölün ortasında açık hedef halinde karşılaşacakları en kudretli düşmanları bekleyen Metin&Feyyaz ikilisi artık gemileri yakmışlardı, sıradan bir ölümden değil, öncesinde dünyayı yok etmedikleri bir ölümden korkuyorlardı.

Ve alabildiğine karanlık bir çöl akşamında gökyüzünde parlayan ve giderek büyüyen bir ışık huzmesi Metin&Feyyaz’a son savaşlarının zamanının geldiğini gösteriyordu. Teslim olmayı akıllarından bile geçirmiyorlardı. Savaşacak, yok edeceklerdi.
Işık huzmesi iyice yaklaşıp yere indiğinde tüm sinirler gergindi. Gizemli adamlar işi tatlıya bağlamak amacıyla Metin&Feyyaz’a dünyayı terk edip başka bir gezegene yerleşmelerini teklif ettiler, bu, canlarını kurtarmalarının tek yoluydu. O an orada bulunan herkes ikilinin canlarını kurtarmak gibi bir derdi olmadığını bilse de, her zaman, her şartta bir zeytin dalı uzatılmalıydı.

En başından beri gizemli adamların yaptığı tek şey ortamı gerip hikayeyi sündürmekti. Metinle Feyyaz’a güçleri veren adam almayı da bilirdi sonuçta. Nitekim yaptıkları şey tam da bu oldu. Feyyaz’ın vücudu süper güçlerden aranırken parçalanan vücudu ve kulak tırmalayan çığlıkları çok çirkin bir görüntü oluşturmuştu. Başına gelecekleri anlayan Metin ölümün eşiğindeyken bile kapçıklık, şerefsiz evlatlığı düşünüyordu ve bu düşüncelerini ellerindeki yıkım silahını aniden bilmediği bir yere ışınlayarak gerçekleştirdi. Ortada iki ceset, birkaç gizemli adam ve alabildiğine çöl kumu kalmıştı, yıkım silahı, kim bilir nerdeydi...



CEVAP ANAHTARI:

Gizemli adamlar kim?
Gizemli adamlar insanlara süper güçler verebilen bir grup insan. Tekdüze bir hayatları var ve bundan çok sıkılıyorlar.
Beyaz odada duydukları fısıltıların sebebi neydi?
Gizemli adamların başka bir eğlencesi. Bir şeylere sinirlenip mırmır bir şeyler geveleyen, ‘noluyor?’ diye sorulduğunda katı bir ses tonuyla ‘yok bir şey!’ diye cevap veren kadınların mırıltılarını toplayıp beyaz odaya hapsetmişler.
Çirkin olan kızın adı neydi?
Gerçekten gerekli olsaydı söylerdim.
Bu gizemli adamlar bu kadar sağlam bir teşkilat madem, flütü İbrahim’den önce bulmaları gerekmez miydi?
Gerekirdi.
Cevaplarınız hiç doyurucu değil?
Ekmekle ye.
Burdaki kadınlar madem burda niye bacakları pürüzsüz? Neden kıllanmıyolar?
Yanlış yerdesin.
Ercan’ı niye öldürdün?
Çünkü yapabiliyorum.

[Deli Defteri, Sayı 19]

26 Nisan 2010 Pazartesi

24 Nisan 2010 Cumartesi

Elgin Koçubaba ise heyecanlanarak Başbakan Erdoğan’a döndü ve ‘Ben konuşmama başlayayım mı’ diye sordu. Başbakan Erdoğan ‘Yetki artık senin. İster asarsın ister kesersin. Her şey sende’ diyerek ilginç bir cevap verdi.

Başbakan Elgin Koçubaba, konuşmasının ardından çeşitli bakanlara da talimatlar verdi.

Milli Eğitim Bakanı’na:

'SBS’nin kalkmasını istiyorum. Okula gidemeyen çocuklar için daha fazla çalışma yapılmasını ve satranç’ın zorunlu ders olmasını istiyorum. Bilim ve sanat merkezlerine daha fazla destek olunmasını, bilimsel çalışmaların arttırılamasını istiyorum.'

Çevre ve Orman Bakanı’na:

'Dünya bize atalarımızdan miras kalmadı. Onu çocuklarımızdan ödünç aldık. Ağaçlandırma konusunda çalışmalar yapmasını istiyorum.'

Sanayi Bakanı’na:

'Fabrikalarda üretimin arttırılmasını, kendi ürünümüzü kendimizin üretmesini istiyorum.'

BAŞBAKAN’A KATILMIYORUM

Törende bir gazetecinin ‘Sayın Başbakan’ım başkanlık sistemi hakkında ne düşünüyorsunuz’ sorusuna Elgin Koçubaba ‘Bu konuda sayın Başbakan’a katılmıyorum. Başkanlık sisteminin gelmesini istemiyorum. Ulu önder Atatürk ülkemiz için Cumhuriyet’i uygun gördü. Ülkemiz için en iyisinin Cumhuriyet olduğunu düşünüyorum’ yanıtını verdi.


evet, 4. sınıf öğrencisi elgin bir günlüğüne başbakan yapılmış ve bakın neler demiş. şimdi 5. sınıf öğrencisi kardeşim alper'i dinliyoruz;

''babam bana bisiklet aldı''
''ne zaman gelcen lan''
''bilgisayara gta yükledim açılmıyo nasıl açılcak o''
''sokağa çıkcam ben kapatıyom artık''
''sanane lan''
''annem spor ayakkabı aldı yeni''
''tamam hadi kapatıyom artık''

ya anassssını yaaa. iki çocuk arasındaki farka bak. küçük elgin ''bu konuda sayın başbakan'a katılmıyorum'' diyor, bizimki bisiklet diyor, gta diyor. var ya ben sizin çocuk istismarınızı sikeyim. el kadar bebelere text ezberletip kamera karşısına salmalarınızı sikeyim. siz gülün diye şebek etmelerinizi sikeyim. rahat bırakın lan çocukları. bırakın oyun oynasınlar.

''Dünya bize atalarımızdan miras kalmadı. Onu çocuklarımızdan ödünç aldık. Ağaçlandırma konusunda çalışmalar yapmasını istiyorum'' afasfaflaflas. dünyayı çocuklarımızdan ödünç almışız. alfaslşfakl. elgiiiin, oyuna gelme elgiin. çık adam gibi bunlar benlen oynuyolar de.

***

stand-up çı olacam hacı. altın bilezik takacam koluma. liseden beri boyum mevsim normallerinin üzerinde, gördüğüm göğüs çatalını uç uca eklesen dünyayı turlar. ama bu uzun boy yüzünden sokaklarda yürüyemez oldum bi ara. ortada hiçbir şey yokken fısıfısı diye gülüyor bazı insanlar. siktirin gidin demeyi küçük yaşta öğrenmemiş olsaydım bana yapılan bu zulüm ileride kalıcı psikolojik hasarlara neden olabilirdi. dışlanmış hissederdim kendimi, ucube hissederdim. hissetmedim ama, dört kolla tutundum hayada. uçurumun kenarında olsam bile sırf hayata gıcıklık olsun diye gülümsedim. afasfasflalfal. bunu facebook'ta gördüm az önce. hayatın çokkkkk da sikinde senin sırtarman amk. hahahah.
yıllar yılları kovalarken uzun olmanın nesinin komik olduğunu düşünmeyi bıraktım, kar amaçlı düşünmeye başladım. en sonunda stand up çı olmaya karar verdim işte. yoldan yürüyerek geçen, fermuarı kapalı, suratı ketçapsız, kulaklıksız telefonla müzik dinlemeyen, testere saçı kullanmayan bir adama gülen geri zekalılar hedef kitlem. çıkacam sahneye duracam öyle. bakıp bakıp gülsünler. versinler parayı gitsinler sonra. uff geri zekalılardan tiksindirdiniz lan.

bir de benim önlerinden geçmemi bekleyenler var, onlar uyanık hesapta. ben sırtımı onlara verir vermez gülmeye başlıyorlar. onlar nispeten daha tahammül edilebilir, suratıma karşı gülenlerden daha edepliler en azından.
geçen gün birilerinin ''apaçi'' deyip görünüşleriyle dalga geçtikleri, garip saç modelli, kara kuru iki oğlan ile sokak köşesinde karşılaştım, herif hiç utanmadan sıkılmadan ''oooff allah boy vermiş'' dedi lafını bitirmesine izin vermeyerek ''ananın amına koyayım orospu çocuğu'' dedim, bi sürtüşme çıktı aramızda. neyse ki çevre esnafı müdahale edip olayı tatlıya bağladı

23 Nisan 2010 Cuma

tapdk



Şu masaüstünü yaptığımdan beri oturup saatlerce masaüstümü seyrediyorum lan. Huzur veriyo piç.


İroniden anlamayan nesle aşina olmama yaşı düştü baya. 18 yaşında adam söz sanatı ayağına kelime sarfiyatı yapıyor, tepki çektiğinde lafı gediğine koyuyor. Nesle aşina değilmiş. Yüz yıllık çınar sanki anasını satayım, hayır duyan dünyaya kazık çakmış sanır, uzun yaşamanın sırrını dereotunda bulan 120 yaşındaki nine sanır. Sevabıma sevap katmak için, cennette kendime villa rezerve etmek için yaptıkları ironileri anlamıyorum, mesela ‘’Akp evlilik yaşını 12’ye çeken yasa tasarısı hazırlamış, bravo Akp’ye kendilerini kutluyorum, evlilik müessesesi sağlam temeller üzerine kurulduğu sürece sarsılmaz bunu yapmanın en uygun yolu da çocukları kundakta başgöz etmektir, helaaaaal’’ diyenlerle tartışıyorum. ‘’12 yaşında insan mı evlenir yaaa kafayı mı yediniz’’ diyorum, hemen çıkıyor çakal ‘ironiden anlamayan nesilsin olm sen, sana aşina değilim, s.ktir git habitatımdan, al bi tüfenk vur kendini’’ diyor. Nasıl mutlu, nasıl sarsılmaz bir özgüven emmiş bedenine. İnsanları mutlu ederek mutluluğa ulaşıyorum, sonra ver elini cennet.

Fotoşop kullanım yaşı da düştü. Herkesin hayatına kimse karışamaz tabii ama, ben kendi adıma rahatsız oluyorum bu durumdan. Kullananların yaptığı sahtekarlık, kompleks, toplumda yer edinebilme adına özüne yabancılaşma cart curt değil derdim, ben yapamıyorum fotoşop, o çok canımı sıkıyor. Ulan öyle bir duruma geldik ki, çevremdeki tüm insanlar gün be gün güzelleşiyor, yüzlerine renk geliyor, siyah noktaymış, akneymiş, çarpık bacakmış her türlü fizyolojik problemden uzak, sakin sakin yaşıyorlar, bir ben olduğum yerde sayıyorum. Fotoğraflarda çıkan surat, günlük yaşamımda kullandığım surat. Böyle olacaksa ben ne anladım fotoğraf çekinmekten. Fotoğraf çekinmekten. Herkes güzelleşirken bir ben çirkin kalıyorum. Bu duruma çok tepkiliyim.
10 yaşında çocuk sakal bıyık yapıyo kendine fotoğrafla, halbuki bizim zamanımızda sakal çıksın diye pürüzsüz surata jilet vurulurdu. Şimdi buldular fotoşopu sömürüyorlar. Ah bizim zamanlarımız. Sokakta top oynardık, saklanbaç oynardık, yakan top oynardık. Gülüşlerde samimiyet, yüzlerde sıcaklık vardı. Şimdi çocuklar bilgisayar oynuyor, play station oynuyor. Böyle çocukluk olmaz olsun.


Hahah, 90’s romantiği rolü yaptım üst paragrafta. Bizim sokaktaki ilk atari Doğan’ın evine girdiydi, it gibi kapılarının önünde pusup annesinin misafirliğe gitmesini bekliyorduk. Annesi gidende, tek sıra halinde eve doluşup Street Fighter oynuyorduk. Hani çocukluk? İtiraf edin, hepiniz bilgisayar istiyordunuz o dönem. Gizli saklı internet kafelere kaçıyordunuz. Harçlığınızın 1/3 ünü şekere çikolataya 1/3 ünü atari jetonlarına bayılıyordunuz. Geriye kalan paranızla topu 30 kuruştan 3 top dondurma alırsanız kaç paranız kalır cebinizde?
Ana fikrim şu; 90’lar geyiği bir nesli diğerinden üstün görmektir benim gözümde ve bu herkesin şikayet ettiği nesil çatışmasına götürür toplumu. Ondan sonra çık açıkla çocuklara ‘’yok biz öyle demek istemedik, aslında kastettiğimiz şey sizin sosyal yönlerinizin bilgisayar tarafından köreltildiği ve bunun ileride başınıza büyük belalar açacağı. Bizim amacımız büyükleriniz olarak size iyiyi doğruyu göstermek.’’

Hamamböceği: Dünyayı yıkıma götürecek tehlikeli tür

Yoğun sıcaklıklarda, şarkılarla, türkülerle yıkanan peştemalli deyzelerin/amcaların ortamında hayatta kalan hamamböcekleri neredeyse yok edilemezler. Kafaları kopmuş bir halde hayatta kalıp sağa sola fiti fiti koşabilirler, bir deliğe binlerce yavru bırakabilirler, acıkmazlar, üşümezler, sıcaktan etkilenmezler, susuz yaşayabilirler, siyahlardır. Kendileriyle baş edebilecek tek adam John Rambo başkandır zira o da acıkmaz, üşümez, susamaz ve ölmez. Ne ki, John Rambo hamamböceklerine nazaran sayıca çok azdır. Aslında bir tanedir.
Bir hamamböceğine bulunduğu ortamı terketmesini tatlı dille anlatamazsınız. Onlar, orada durmak istiyorlarsa, dururlar. Onları tehlikeli yapan budur. İktidar korkuyla beslenir ve parçalanmaz, iktidarların en büyük korkusu korkusuzluktur. Tarihte korkmayan grupların devirdiği iktidarlar örneklerine rastlanmaktadır.
Bir gün hamamböcekleri kendilerine uygulanan ikinci sınıf hayvan muamelesinden sıkılıp yetkiyi ellerine almaya karar verirler. Milyarlarcası tek vücut olup şehirleri talan ederler. Lav silahları, taramalı tüfekler, sinirlenmiş kadın çenesi, atom bombası gibi üst düzey etkili silahlar kendilerini durdurmaya yetmez. Beyaz saray’a kadar yürüyüp bağımsızlıklarını ilan ederler, insanlar artık köledir, dünyaya kaos hakimdir.

İşte benim felaket senaryom bu. Yetkililere hamamböcekleriyle iyi geçinmelerini ve onları bizim saflarımıza katılmaya ikna etmelerini öneriyorum. Eğer Marduk’u durdurmak istiyorsak bu işi yapabilecek tek tür olan hamamböcekleriyle ittifak yapmalıyız. Lütfen diyorum bak. Barış yapılsın ve onlar da vatandaşlığa alınsın. Ben de gönül rahatlığıyla banyomdaki ırkdaşlarına evimi terketmelerini yoksa kendilerini mahkemeye vereceğimi söyleyebileyim.

Son olarak, Kurban Sahip isimli albümünü yayınladı geçenlerde. Maddi imkanınız varsa ve tarza ilgi duyuyorsanız gidip bir tane edinin. Edinin ki o adamlar da para kazansın. Şu vakte kadar para kazanmasını en çok istediğim gruptur Kurban. Kazansınlar ki daha kaliteli işler yapsınlar, daha sık uğrasınlar diyarımıza. Her Cuma internet sitelerindeki iletişim bölümünde verilen maile haftanın iddaa bankolarını gönderiyorum, oynasınlar, para kazansınlar diyorum. Bu güzelliği babaları yapmaz onlara, ben yapıyorum.

20 Nisan 2010 Salı

flaş

fotoğraf çekip aynen facebook'a yığabilmek için doğum günü partisi yapan insanlar var. suratıma suratıma patlayan flaşın haddi hesabı yok. sünnetimde fotoğraf çektirmedim ben amına koyim, ne oldum değil ne olacam işte hep.

13 Nisan 2010 Salı

dünya yansa yorganım yok içinde

selam ben adem'in üst sıra sol taraf azı dişiyim. yeterli mühimmat sağlanırsa dünyanın hakimiyetine talibim. bunu yapacak gücü kendimde hissediyorum, içim içime sığmıyor. ayrıca katıksız bir orospu çocuğum, 72 milletin binlerce farklı mensubundan toplanmış spermlerin toplandığı tek vücudum. can yakmak, zulmetmek en büyük hobilerimdir. hiçbir şekilde acımam yoktur. merhamet dilenenlerin karşılarına oturup saatlerce gülerim hiç üşenmem.

dişim ağrıyor dün geceden beri, intiharın eşiğine getirdi beni. diş ağrısı çok fena bir şey de bunu diş sahibi adamlara anlatmanın mantığı yok. bi benim dişim ağrıyo sanki amına koyim, diş ağrısı çok fenaymış. lafa bak.
dişçiye gitmekten ölesiye korkuyorum. dişçi koltuğuyla giyotini yan yana koysalar, hangisi deseler yemin ediyorum giyotine sokarım kafamı. zerre tereddüt etmem ipini de kendim keserim. dişçi koltuğu benim için bir korku ögesi. milyon dolarlık korku filmlerini gram gerilmeden izleyen ben, karşıma bir dişçi koltuğu fotoğrafı koysalar oracıkta bayılırım. öyle pis, öyle lanetli bir koltuk o işte.
devamsızlık sınırlarında fink attığım için bu dayanılmaz ağrıya rağmen okula gittim sabah, yolda yürürken insanlar garip garip bakıyorlardı. tuttum kolundan 'ne var lan ne var?' dedim birine, bir ayna uzattı bana. acıdan buruşturduğum surat şu şekli almış;



yaramazlık yapan çocuklara parmakla gösterilip 'bak bu adam zamanında annesine el kaldırmış allah da bunu çarpmış' diye ibret öznesi edilen heriflere dönmüşüm. acı vücuduma hakim olmuş, damarlarımdan kan değil ıstırap akıyor. cehennem için boşuna odun ateş falan kasmışlar, ambiyans yapmışlar diye geçirdim bi ara aklımdan, diz günahkar mevtanın ağzına 32 tane çürük diş, oturt bi kenara geç karşısına izle sonra. 'hohoho bana tapmayanı ben böyle yaparım işte' diye gül karşısında. orospu çocuğu şeytan da dürtüyo, sokuyo bunları aklıma. onun yüzünden beni yakacaklar. sonra okulda duramadım, diş çektirmeye gidiyorum deyip dersi terketmeye karar. kanlı gömleğini getireceğine söz verirsen salarım seni dedi bana hoca, dedim sana yalan borcum mu var olm benim, dedi ben ne bilecem senin dişçiye gittiğini şu an yalan söylüyo olabilirsin, dedim i find your lack of faith disturbing, sarıldım boğazına boğmaya çalıştım herifi, mengene gibi sıkan ellerimden seri bir hareketle kurtulup masanın üzerine çıktı ve i have the high ground dedi, dedim you underestimate my power, olduğum yerden atladım masanın üstüne. yetişemedim tabi, dizimi masanın kenarına çarpıp yere düştüm. dedi you were the chosen one, dedim i hate you. kalktım toparlandım sonra çıktım gittim sınıftan. şu an sınıftakilerin hepsi beni dişçideyim biliyor. ama ben gitmedim, gidemem. onlar da seviniyodur şimdi ben gittim diye. çünkü dişim öyle şiddetli ağrıyor ki ağrı önce diğer dişlere, sonra çevremdeki insanlara yayıldı. yolda yürürken yanından geçtiğim insanlar aniden ayağına top değmiş rivaldo gibi kıvranmaya başlıyorlar.

dişçiye gitmekten hayvan gibi korkmamın sebebi henüz ilkokuldayken beni lanetleyen götveren bir dişçidir. kayış suratlı bir ara geçiş formudur. sanırım 5. sınıftaydım, dişim çürümüştü ve çektirmem gerekti. zaten bugüne kadar sadece bir kez diş çektirdim, o da oydu. daha sonra sikseler gitmedim dişçiye, 42 tane dişim var. çürüyeni çektirmiyorum, bi köşede takılıyorlar. neyse o zamanlar ssk ymış, kuyrukmuş, çileymiş bilmiyorum. tuttu annem götürdü diş doktoruna, herif ilk aldı içeri iğne yaptı, daha sonra git biraz dışarda bekle dedi, o bölge uyuşacakmış ki acı hissetmeyecekmişim. öğle yemeği vakti de yaklaşıyor, birkaç hasta daha baktı beni içeri çağırdı. ağzımda hafif bir uyuşukluk var ama tam bir hissizlik yok. dayadı kerpeteni ağzıma, kavradı dişi sağa sola yatırmaya başladı. o an anladım ki uyuşma falan yok, acı aynen beyne, gidiyor ecdadımı sikiyor. With a pliers used by an anasını avradını siktiğim orospu çocuğu, you speak only in vowels. aha fight club'a da değdirdim. haliyle ses çıkaramıyorum, 'ocoyooo ooo ogozz' gibi sesler çıkarıyorum koltukta. herifin alnında ter damlaları kabardı, 'kökü sağlammış' diye sayıklıyor ama bırakmıyor asılmayı. illa orda o dişi çekecek ve siktir olup öğle yemeğine gidecek. bir miktar kan yuttum ve pes ettim, dedim öldürecek bu adam beni, komple çeneyi söküp gidecek. e el kadar çocuksun tabi, bağırmayı kesince acıdan bayılıyosun. ayıldığımda orospu çocuğu gitmişti, annem vardı başımda. dişimin yerinde derin bir oyuk vardı.

işte benim hikayem bu. o gün bu gündür dişçi koltuğu benim için bir idam sehpası, darağacı. ve şimdi, çektirmeden kesilmeyecekmiş gibi duran bir diş ağrım var. ekstra sinir yapıyor ağrı bende. 3 aydır facebook suggestions kısmında sırıtan olağanüstü güzel karıya 'hayatımdan çık artık orospu çocuğu siktir git rahat bırak beni' diye mesaj attım, bir de pokeladım hızımı alamayıp.

savaş boyalarını süründüm, savaşa hazırım. üç taraflı bir savaş olacak bu, ya diş, ya dişçi ya da ben kazanacağım. ve hepsine hükmedecek tek bir kerpeten... hüküm dağının ateşinde dövülmüş güç kerpeteni...

http://fizy.com/s/144pil

12 Nisan 2010 Pazartesi

selam. otobüsle giderken cam kenarına oturdum ve birden aklıma yolun fotoğrafını çekmek geldi. makineyi otobüs camına dayadım ve doğru anı bekledim, o an geldiğinde elim deklanşörde hazır bekliyordum. bulanık yol çizgileri, arabalar ve birkaç trafik levhası soktum kadraja. inanılmaz heyecanlı bir deneyimdi benim için. fotoğrafımı burada sizinle paylaşacaktım ama bağlantı kablosunu bulamadığım için bilgisayara atamadım. bu fotoğrafımı fotoşop yapıp fotoğraf paylaşım sitelerinde paylaşmayı düşünüyorum ama bir türlü isim bulamadım. sizce ismini ne koyayım?




hayatımda başka gelişmeler de var. şimdilik en göze batanı az önce aldığım bir mail. sizinle paylaşmak istiyorum;

''merhaba, ben polldaddy.com adminiyim. arkadaşım napıyosun sen ya? allah senin belanı versin, derdin ne senin? siteyinin ciddiyetinin üzerine bağdaş kurdun, gazete serdin domat ekmek yiyosun üstünden. biz bu siteyi sen goygoy yap diye mi açtık lan? sen bandwith ye diye mi açtık?
senin ip'ni aldık olm, fbi'a bildirdik, 10 dakikaya camını kırıp içeriye girecekler. bundan kelli sitemize giremeyeceksin, ekmeğimize kan doğrayamayacaksın.''

peki sizceeee




yarın da öğlen vakti şehir meydanına kuş yemi serpecem, sonra kuşlara taş atıp kanat çırptıracam, onlar tam uçarken fotolarını çekecem. o fotoğraflarım için de birkaç isim var kafamda.

özgürlüğe kaçış, eey özgürlük, özgürlük çığlığı, özgürlüğe giden yol, özgürlüğe çırpılan bir çift kanat, özgürlük yolunda, özgürlüklü kuş, özgürlük girmeyen eve kafam girsin gibi isimler düşünüyorum. en doğru kararı verebilmek için yardımlarınızı bekliyorummmmm. şimdi uyursam sabah uyanamam ve dersten kalırımm. serçe parmağımı dişledim ve burger king tuzu bastımmm. uyumak yokk uyku yokkk. oha cam kırıldı.

1 Nisan 2010 Perşembe

şu bendeki aşk olmasa



''Güzeli güzel yapan edeptir, edep ise güzeli sevmeye sebeptir.''

31 Mart 2010 Çarşamba

sense of humor



şimdiye kadar okuduğum/izlediğim/dinlediğim ''kopmak garantili xD'' başlıklı hiçbir şeye gülmediğimi farkettim az önce. bi de siz bakın, koparsanız sorunu kendimde arayacağım artık.

TürkLerin DiyaLoq farkLarı [ KopmaK gaRanti ] xDxD
-
Amerikan: hey dostum burda bir problem mi var ?
Turk: noluyo lan burda ?


Amerikan: nasil gidiyor mike?
Turk: napiyon lan?


Amerikan: korkarim seni oldurecegim!
Turk: salavat getir pezevenk!


Amerikan: oov dostum hic cool olmamissin.
Turk: bu ne lan g*tüme benzemissin.


Amerikan: hey steve, neden kendine bir icki koymuyosun?
Turk: la suleyman, kap iki bira gel bakim hemen!


Amerikan: lanet olsun sana christine!
Turk: allah belani versin nurcan!


Amerikan: tanri askina brad kes sesini artik!
Turk: allahim sen bana sabir ver, sus lan yeter! Elimde kalcan...


Amerikan: aman tanrim simdi napicaz?!?
Turk: haaaSktirrrr S*çTk.!!


Amerikan: help me please...
Turk: la bi baksana la!!!


Amerikan: ne derler bilirsin jack, hayat beklenmedik
surprizlerle doludur...
Turk: valla oglum bir soz var hani, kaderde varsa
düzülmek neye yarar üzülmek...


2 AMERİKALININ konuşması;
Amerikan 1: dante'nin bu kitabini okudun mu micheal?
Amerikan 2: aaa evet , gercekten edebi degeri olan bir calisma.


Buna karşılık 2 TURKUN konuşması;
Turk 1: abi da vinci sifresini okudum super!
Turk 2: lan birak! iyice entel dantel oldun ! Layt herif !!


Amerikan:: hey jerry gel pizza ye dostum...
Turk: sülo gel lan buraya mis gibi menemen yaptik...


Amerikan: FBI... bir kac soru sorabilir miyim?
Turk: polis! nerdeydin lan dun esek herif?


Amerikan: (ses cikarmadan el işaretiyle) sen oraya
sen buraya sessiz olun...
Turk: Dagiliyoruz. haydaaaaaaaaa! !!

oha oha oha

merhaba,

ben muhtemelen bir toplum düşmanıyım. en kısa zamanda ortadan kaldırılmam gerekiyor. gençlere kötü örnek oluyorum, hayatlarına karanlık pencereler açıyorum. yakın yıkın beni. google analytics diye bir şey keşfettim, süper. orda bloga google aracılığıyla gelen kişilerin hangi keywordler üzerinden yönlendirildiğini öğrendim. bu tarz şeyler var;

adaletini sikeyim dünya dinle

ulan hitmuzikindir falan değil ki adres, niye geliyosun.

amı böyük avrat

bunun allah belasını versin. nasıl becerdi o tagdan benim buraya gelmeyi bilmiyorum ama ben öyle bir şey söylemedim. böyük ne lan.

anlamli porno film türkce

bunun da allah belasını versin. porno film-anlamlı-türkçe. ohahaha olm ne arıyosun lan sen? allah aşkına derdin ne senin? ruh hastası mısın zibidi. anlamlı porno film arıyor adam ahahahha.

anlamli şehirler

anlamli şehirlere örnek çanakkale, elazığ ve erzincandır. bu şehirler acayip anlamlı şehirlerdir. bu şehirlerimizin aksine istanbul oldukça anlamsız, saçma sapan bir şehirdir. orada nasıl yaşıyorlar anlamıyorum.

ayhan akman saç

falkjfjaklkjlgkla. ayhan akman saçını napacaksın ulaaan? niye arıyosun? gelmiş burda bulmuş ayhan akman saçını.

bir kıza teklif edeceğim edemiyorum

böyle bir şey de yazmadım ben. ama seviyosan git konuş bence.

byzgms

evet bu da google'da aranmış. söz konusu kişinin kendi blogu var, adam gelmiş burda bulmuş. ayrıca beyzayı neden googledan arıyorlaaaar??? inandırıcı olsun diye capsini koyacam bunun.



ayrıca o dedenin siki hikayesini merak ettim. ben de arayacam google'da.

elvan tebeşir kutusunun boyu

bundan da bahsetmedim. araştıracam bunu.

kız amına bişey koyuyor

afkaklfşlalş. olm neler var lan nerde yaşıyor bunlar? kim besliyo bunları? kız amına bişey koyuyor diye aramış google'da. bunu ciddi ciddi yapmış. google'a da teessüf edecem, iti kopuğu buraya yönlendiriyor diyecem adam olun insan olun öyle esnek çalışma saatleri, havuzlu merkez bina değil bu işler diyecem.

otuz yaşinda bebek olurmu

bu sorunun cevabını bilmiyorum ama olur diye tahmin ediyorum.

çanakkalede orospu numaraları

bu piç görkeme geldi muhtemelen. görkem allah senin çileni versin oğlun senin tersin olsun ki ersin. ben burda tarihimiz diyorum, güzelliklerimiz diyorum, kahraman türk halkı diyorum, orospu numarası arayanlar geliyor. plan yapıyorsunuz plan.

ülküm yükselmek ananızı sikmektir

falşgaklga. bak bunu yazmıştım bi ara. doğru yere gelmişin karşim.

to sum up,
ergenliğe ufaktan ısınma turları atan bir kardeşim var, bir gün hasbelkader google'a girip 'amlı kız' arayıp yolu buraya düşerse sülaleye rezil olurum, tahtım sallanır. o yüzden artık bu işleri bırakıp huzura doğru konulu metinler yazacağım, default çirkin kız avatarı olan rengarenk gül resimleriyle bezeyeceğim burayı.

30 Mart 2010 Salı

canıms

halı sahada elle gol attım, millet kızınca 'allah(c.c.)'ın eliydi lan o, sorgulaman imansızlar' dedim, çamura yattım. o olay dışında gayet güzel bir maç çıkardım. 3. dakikada kondisyonum sıfırlanmasaydı daha etkili olabilirdim mevkimde. sigara yapıyor bunları hep. ayrıca uzun zamandır futbol oynamadığım için yeteneklerim körelmiş. katar ligine transfer olan veteranlara dönmüşüm. ceza yayının orta sahaya bakan diliminden çıkattığım etkili şutlarım cılızlamış. top tekniği falan hak getire.

o değil de, kurban hayvan gibi geri döndü. yaklaşık 1 yıl gecikmeli çıkan albüm tam ümidi kesmişken ilaç gibi geldi. ülkede kurban gibi bi grup varken mangasıdır reddidir ilhakıdır parsa topluyor ya, ben sıçayım öyle işe. bir de kargo vardı bi ara, onları da severdim. oğlan gruplarına karşı inadına kurban.

bir de derbi oynandı pazar günü. bu maçlardan önce o kadar uçuyor ki taraftar grupları, her sonuçta bir tanesi ağır göt olacak, bu bir gerçek. genelde yenilen takımın taraftarı olduğum için maçtan önce yapılan artistliklerin sorumluluğu otomatikman üzerime bindiriliyor. geliyor maçtan sonra 'hani mordunuz alayına kordunuz hahaha' diyor. ulan it ben mi dedim moruz alayına koruz diye. git diyenin yüzüne çarp bana niye ekşiyosun. maçtan önce soranlara yenelim yenilelim dünya kimseye kalmaz diyorum, tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi oluyorum, hiçbir şekilde şov yapmıyorum, maç bitiyor gelip benimle taşak geçiyorlar. ondan sonra sinirlerim zıplıyor benim tabii, kovuyorum çevremden, onun adı da çekememezlik oluyor, yenilgiye tahammülsüzlük oluyor. sikerler öyle çıkarımı.

düşünüyordum halı sahada oynadığım oyunla kimi andırıyorum diye, aynı mustafa sarp'ım hacı. toptan kaçıyorum, rakibe basmıyorum, burnumu kaşıyorum, saçlarımı okşuyorum. bunlar kondisyonum düştüğünde yaptığım şeyler, kondisyonum iyiyken caner erkin gibiyim. aldığım topu şişiriyorum ileriye. sonra aynen geri geliyor top, peşinden koşuyorum, kaparsam yine şişiriyorum ileri. saçımla oynuyorum, boynumu eğip taraftarı kesiyorum, yorgun görünmek için 32 diş meydanda koşuyorum sağa sola.

bir de yapacağım espri tutacak mı tutmayacak mı kaygısı var. espri yapmadan önce çok kemiriyor bu benim kafamı şu günlerde. tanımadığım insanların çoğunlukta olduğu sınıflarda derslerim olduğu için rahat hareket edemiyorum. sınıfların gediklileri var, ne deseler güldürüyorlar milleti, benim aklıma espriler geliyor ama söyleyemiyorum. kimse gülmezse diye atıyorum içime, içimde biriktiriyorum. o kaygıyı atlatmanın yolu da espri tutturmak. bir tane tutturunca gerisi geliyor. ama ilk intiba çok önemli. mesela ben lise kariyerime 'fil suya düşerse nolur? ıslanırrr' esprisiyle başlamıştım, hiç arkadaşım olmadı. yıllarca kara tahtalarla muhabbet ettim, tebeşirlerle dertleştim. cetvel takımlarıyla çıktım, sıra gözlerinde doyurdum karnımı. alkışı duydum ihaneti gördüm sesim de olduğu sessizliğim de. seviştiğim niye olmadı lan benim :(
şimdi en doğru anı bekliyorum, çok güvendiğim bir espri gelirse aklıma patlatıverecem aniden. sonra sempatik bakışlarla sınıfı süzecem. güzel espri biliyorsanız önerilere açığım.

25 Mart 2010 Perşembe

yarın kıyamet kopacak deseler bugün olacağım sınavın kağıdına koccaman bir at yarağı çizerdim. wish listimin en tepesinde duruyor bu madde.

23 Mart 2010 Salı

biri yer biri bakar

yeterli boş zaman ve imkan sağlandığında ne derece hayvanlaşabileceğimi kanıtlarcasına günde ikişer üçer post giriyorum resmen. her fırsatta post yazıyorum.

fast food dükkanlarının dış cephesinin büyük bir bölümünün cam olması içerde yemek yiyenler için sıkıntı yaratır. bugün dikkat ettim, bir dolu insan pahalı lüks sayılabilecek bir dürümcüde dürüm yiyorlardı. etrafları camla çevrili olduğu için hayvan bahçesinde yılan çıyan izler gibi izledim, öküz gibi yiyorlar. kol kadar dürümleri tek hamlede yutmak ister gibiler, kafalarını dürüme gömüyorlar, sonra geri çıkarıyorlar. balık yiyen gollum gibiler. bir kısmı göğüslerine kadar giriyor dürümün içine. lüks sayılabilecek bir dürümcü olduğu için giden insanlar da lüks. nerden baksan 40 dakika makyaj yapmış, saçını burmuş, düzeltmiş şekil şemal vermiş. ama o dürümü yerken bir ayıdan farksız arkadaş. afedersin öküzden, babundan farksız. bir süre izledim yemek yiyen insanları, sonra baktım ufak bir kalabalık toplandı. hep beraber izledik. işaretlerle anlaşıyorduk adeta, parmağımı şıklatarak 'aynı şeyi mi düşünüyoruz?' diye sordum, kafalarını sallayarak 'evet' yanıtını verdiler. dağıldık. işimiz gücümüz vardı.

- şundan da var

- bi de şundan var.
- şu da güzel bak
- şunu bi deneyin isterseniz.

lan sizin allah belanızı versin be. alışverişe gittim bugün, annemi en çok kirli çamaşırlarım küçük tepecikler oluşturmaya başladığında ve bazı şeylere ihtiyacım olduğunda özlüyorum. oğlum olsam hakkımı helal etmezdim kendime de, ana yüreği işte dayanamıyor.
alışveriş konusunda silme kütük olduğum için genelde alıcı gözüyle vitrin incelemem, hmm güzelmiş derim en fazla yürür giderim sonra. annemi gönderirim hep alışveriş yapmaya, acayip estetik algısı var, nerde çizgili yün kazak var alır getirir hep. kalp üstünde cep olan kazak giydirmeye çalıştı bana kaç kere, ters teptim, ortamı gerdim. hahahaha, geçen almış bi kazak, bak bakalım beğenecek misin dedi, baktım babamın kına gecelerinde giydiği kazağın aynısı. alkfaşlkfkla, geçen yüz yılın modasını getiriyor kadın eve. ama oğul yüreği tabi, çuval alsa giyerim bazı zamanlar.

neyse işte uzun bir süre annemin yanına gidemeyeceğim için alışveriş yapmak durumunda kaldım bugün. yaz geldi hala yün kazak giyiyorum burda, terimde boğulacam nerdeyse.
olm o alışverişler falan ne değişik olaylarmış ya. garip garip şeyler sürmüşler piyasaya. önünden arkasından ip sarkan pantollar, zincir mincir var üstlerinde, sağını solunu delmişler. tişörtler desen ayrı şey, sik sok şeyler yazıyor üstlerinde. alabildiğine isyan var tişörtlerde. dünyayla kavgalı amına koduklarım. moda da pembe herhalde, renkler full pembeydi. noluyor olm? kim üretiyor bunları? bir de mankenlere giydiriyorlar bun kıyafetleri, bakın ne güzel kıyafet diyorlar. e ibneler o mankene çarşaf serseniz onu da yakıştırır kendine. six pack koymuşlar, kaslar maslar fışkırıyor heriften, surat altın oran zaten, kasığı da şişirmişler bize yediriyolar. sergilenen kıyafetleri alanlara bakıyorum, birinin göbek yeri yalıyo, 'xxl yok mu' diye soruyo, öbürsü tığ gibi, tekme atsan ortadan kırılacak herif, birinin dışarı götü fırlamış kim kardishan gibi olmuş herif. kime yediriyosunuz olm siz? şişman manken koyun oraya. tezgahtar karılara da oldum olası kılım zaten. bi rahat bırakmıyor bakayım ne var ne yok diye. neye baksam 'deneme kabinimiz şurda bi deneyin isterseniz' diyor. su borusuna bakıyorum bi deneyin isterseniz diyor. götüme mi sokacam su borusunu, nasıl deneyecem.

yaklaşık 3 senedir gerekmedikçe pantolon giymiyordum, parayı aşortmana gömüyordum ama şu sıralar pantolonun gerektiği yerlere soktum burnumu, mecbur pantolon alacam. dizmişler sıra sıra koca cepli garip garip şeyler, kendinden kemerli, kemer de kumaş mıdır ne sikimdir, ucunda demir sallanıyor bi tane. satacak onu bana, giydirecek bir de. naaah. kotlara gidiyorum, onları da taşa mı sürtmüşler napmışlar, yarısı açık yarısı koyu garip garip şekiller var. delik bir de ahaha.

ayakkabı bakıyorum, onlar da bozmuş işi. 3 yıl evvel bi adidas aldıydım, ayağım aniden büyüyünce eskitemeden bırakmak zorunda kaldıydım, hala tadı damağımda o ayakkabının. ama o modelin üstüne hiçbir şey koymamışlar. gerilemişler hatta. yarısı cırt cırt yarısı bağcıklı modeller, içinden ipler geçen şekilsiz şeyler. hele nike tam dallama. 2 kilo ayakkabı üretiyolar. ama puma kıraaaaal. ayakkabı tezgahtarlarının olayını da anlamadım. standın önünde bakıyorum modellere, parmakla gösterip 'bi de bu var' diyor. e görüyorum. çekilsene öteye.

üç beş sade abartısız tişört buldum da aldım neyse ki. pantol beğenmedim, sikseler almam delik pantol. bi ara ispanyol paçanın hortladığı gibi 10 yıl öncesinin modası hortlar da yine benzer modelleri üretilirse stoklayacam koli koli pantolon. kelime esprili tişörtler de çığırından çıkmış. paso belden aşağı çalışıyorlar. onları da eleştirdim ayaküstü. dedim adam olun insan olun lan.

21 Mart 2010 Pazar

gücüme gidiyor böyle yaşamak

Dünyayı ele geçirmek for dummies

Üniversiteye girdiği sene ilk iş dans kulüplerine üye olan kızlar kadar heyecanlıydım davama baş koyduğum gün. Bir punduna getirip dünyaya hükmedecektim, bunu yapmadan ölmeyecektim. Kahvehanede okey oynarken ‘abi şimdi Amarika Türkiye’ye savaş açsa her türlü alırız teke tekte, onların havası kuvvetli ama gerillada bizden iyisi yok, mesela bor madenleri hep bizde ama kullanamıyoruz’ geyiğine kurban verdim merhametimi, lekesiz zihnimin bekaretini ‘bizde de nükleer bomba var ama ortaya çıkarmıyoruz, savaş falan olursa elimiz armut toplamaz’ cümleleri aldı benden. Memur bir babanın en büyük hayali çok para kazanmak olan ortanca oğluydum ben, çok para kazandıktan sonrasını hiç düşünmeden çok para kazanmaya odaklanmıştım. Çeşitli şans oyunlarıyla ufaktan giriş yaptım hayallerime, maç tahminleri yaptım, yanıldım. Annem soğan doğrarken sorduğum ‘1 ile 49 arasında bir sayı söyle’ sorularımın cevaplarıyla tutundum hayata uzun bir süre, Cumartesi günleri yıkılan hayallerimi kodluyordu annem; ’13, 26, 23, 17…’.

Kalburüstü bir üniversitede öğrenimi sürdürürken sürekli hayalime ne zaman kavuşacağımı düşündüm. Bana dediler ki; ‘çok çalış, üniversiteyi bitir, elin ekmek tutsun.’ Çok çalıştım, üniversiteyi bitirdim, elim ekmek tuttu. Fakat ben ekmek bulamazsam pasta yemek istiyordum, olmadı. Ekmek bulamadığım zaman aç kaldım, çünkü komik bir rakam karşılığı günde 10 saat mesai yapıyordum. İşinde yükselmek için daha fazla çalış dediler bana, yükseldikçe ihtiyaçların artsın, daha fazla yükselmek iste. Bir gün fark ettim ki hayatımın son gününde çok para kazanmak için çalışıyor olacaktım. Olmayacak duaya amin demiştim en başından. Kurduğum tek bir hayal vardı; elime ise mutsuz bir evlilik, sümsük bir çocuk ve alabildiğine sefalet geçmişti.
Annemin benim için beğendiği bir kızla evlendim ve ailelerimizin torun sevdasını gidermek için ilk senemizde çocuk yaptım. Çocuk birkaç aylıkken rutin kontrole gittik, doktor ultrasonda gördüğü şeyden memnun kalmamıştı. ‘Çocuğunuz sakat doğacak, ona ve kendinize berbat bir hayat sunmak istiyorsanız doğurun’ demişti doktor, o sıralar hayatımda neredeyse hiç heyecanlı bir şey olmadığı için hanıma ‘doğur bakalım nasıl bir şey çıkacak, beğenmezsek öldürürüz’ dedim. 9 ay sonunda dostlarım, nur topu gibi bir geri zekalımız oldu… Çocuk müzikal, düşünsel, bıyıksal kavramlardan arınmış bir Selami Şahin’di. Baba demeden ‘saç malanmaz taranır’ demişti. Allah’ım ondan nefret, nefret, nefret ediyordum. Annesi onu sapanla besliyordu, altını Jimmy jib tarzı bir mekanizmayla temizliyordu, mümkün olduğunda uzak duruyorduk ondan. Sürekli tanımadığımız insanların selamını getiriyordu bize… Hasan’ın, Neşe’nin, Oya’nın, Arzu’nun, Kaya’nın, Cem’in… Kısa süren dünyaya hükmetme maceramı bitiren de o oldu zaten.

Ben iki hayat yaşadım dostlarım, biri yukarıda anlattığım sefil hayat, diğeri ise dünyaya hükmettiğim destansı hayat. Şimdi size hikayemin İpana’yla fırçalanmış kısmını anlatmak istiyorum. Geleceğe dair hiçbir umudumun kalmadığı, intihar etmek için aklımda aniden bir kıvılcım çıkmasını beklediğim günlerden birinde, işten çıkmış eve doğru yürürken hırıltılı ve soğuk bir ‘hop bilader bi bakar mısın’ sesinin arkamdan yükseldiğini işittim. Ülkemizde ıssız sokaklarda bu ses duyulursa çok değişik dayaklar yenir, kan akar. Zaten hayattan bıkmış olan ben, bu fırsatı kaçırmamak için, intihar edip etmeme tereddüdünü daha fazla yaşamamak için hevesle sesin geldiği yöne döndüm. Karşımda kafasında bir kukuleta olan, yüzü buruş buruş bir adam duruyordu. ‘Ne ayaksın lan?’ dedim, sadece baktı, cevap gelmedi… O moron bakışı nerde görsem tanırdım, İbrahim’di bu. Lise arkadaşım İbrahim, sınıfın maskotu… Herkes onunla dalga geçerdi, o ise ses seda etmeden ders çalışırdı sürekli, bazen o kadar çok ders çalışırdı ki kitapları alev almaya başlardı, sağı solu yakmışlığı var kendisinin. Ben ise fırsatçı bir sansar olduğum için onunla hep iyi geçinirdim, Bill Gates’in ‘sınıfınızdaki ineklere iyi davranın, muhtemelen bir gün onlar için çalışacaksınız’ lafını haklı bulurdum. Ve şimdi, ıssız, karanlık bir sokakta böyle güzel bir öngörüye sahip olduğu için Bill Gates’i içten içe tebrik ediyordum. İbrahim balgamlı ve soğuk sesiyle konuşmaya başladı. ‘Sith lordu oldum’ dedi, ‘çok değişik planlarım var, katıl bana.’. Zaten hayatımda az macera olduğu için üzerinde fazla düşünmeden kabul ettim bu teklifi. ‘Ne yapacağım peki?’ dedim, ‘gel benimle’ dedi. Çok uzun ve zahmetli bir eğitim sürecine girdim İbrahim’in dış dünyadan soyutlanmış karargahında. Evde karım ve zamandan/mekandan bağımsız bir Selami Şahinim vardı, muhtemelen beni merak ediyorlardı. Umurumda değildi…
Başladığı andan bittiği ana kadar kin ve nefretle bezeli olan karanlık eğitimimi Shakespeare’in ismini kopyala/yapıştır yapmadan, tek seferde yazabilmeyi öğrenerek tamamladım. Öğretilerin en zoru bu olmuştu.

Daha sonra İbrahim kankam (yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez) ile ufak işlere çıktık. Sokakta gözümüze kestirdiğimiz gariban insanları telekinezi yoluyla sağa sola savurup zevk için patlatıyorduk. Sokaklar kan gölüydü, toplumun merakı uyanmıştı. Her köşede fısıldaşmalar işitiliyordu, insanlar korkuyor, yetkililer korktuklarını belli etmiyordu. Bu korkuyla besleniyorduk İbrahim biraderimle. Bir süre sonra ufak işlerden sıkılıp hedef büyültmeye karar verdik. Amerikan başkanına telekinezi yoluyla Fenerbahçe forması giydirip Galatasaray tribününe atacaktık. Başında, Amerikan başkanının yiyeceği devasa dayağın hayali bizi neşelendirmişti, ama daha sonra anladık ki meşakkatli bir iş olacak bu. Sayfalar dolusu plan, proje ve saatler süren tartışmalar neticesinde Amerikan başkanını Allah’a havale etmeye karar verdik. Allahından bulsundu, iki yakası bir araya gelmesindi. Zaten biz krallığımızı ilan ettiğimizde ayaklarımızın dibine eğilip merhamet dileyecekti. Ve merhamet gösterilmeyecekti…
İbrahim beybi en büyük projemizi gerçekleştirmek üzere bir süreliğine atmosfer dışına çıktı. Şekillerini ve yapabildiklerini bilmediğim habis canlıları büyük savaşımızda kullanmak için bizim saflarımıza çekeceğini söyledi.

Zaman, intikam zamanıydı. İbrahim’in yokluğunda yapacak işim olmadığı için eski defterleri açmaya, zamanında bana acı çektirmiş olan kişilere hak ettikleri cezayı vermeye karar verdim. İlk iş olarak uzun süredir uğramadığım evime gittim, karımı yatakta bir adamla yakaladım. Sinirden deliye dönmüştüm. Annemin çeyizlik çarşafının üzerinde sevişiyorlardı. İkisini de kıvrak bilek hareketlerimle-ve tabii ki el değmeden, telekinezi yoluyla- birbirlerine düğümledim. Gemici düğümü atmıştım, sıkıysa çözülsünlerdi. Kırılan kemiklerin çatırtısı ve iki günah ortağının ağızlarından çıkan anlamsız çığlıklar arasında eski sandığıma yönelip lise yıllığımı buldum. Hedeflerimi oradan seçecektim. İşe alt alta tek harf yazan 5 arka sıra çocuğuyla başlamaya karar verdim. Öğrencilik yıllarımda o beşi çok popülerdi ve benim lise yıllığıma yazı yazdıklarını görünce çok sevinmiştim. Tek birer harf yazmışlardı. Yukarından aşağıya, ‘s, a, l, a, k’ harfleri… Beni utandırmışlardı… Ben de onlara hak ettikleri cezayı verdim. Feminist bir eyleme ‘kadının karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmeyeceksin’ yazılı dövizlerle gönderdim beşini birden. Telekinezi yoluyla. O kadar güzel dayak yediler ki telekinezi yoluyla olayı geri sarıp baştan izledim. Utanmasam tuvalete bile telekinezi yoluyla gideceğim. Görgüsüzlüğe bakar mısınız? İyi ki bi telekinezi öğrenmişim… İntikamım bununla bitmesi. O dönem popüler olan Ezel isimli dizinin setini basıp Ezel’in intikamını da onun yerine aldım. Ali’yle Cengiz’in başlarına şişman kızlar musallat ettim. Şişman kızların gazabı o kadar korkunç, özgüvenleri o kadar kusursuz ki az kalsın beni de tutsak ediyorlardı. ‘’Tamam güzel kız güzel de kitap felan okumuyo, ot gibi yaşıyo, öyle güzel olsan nolur ki ben kilolarımla mutluyum en azından birçok konuda bilgiliyim, şişman olabilirim ama kültürlüyüm, ne var yani güzellikte, sonuçta onlar da yaşlanınca çirkin olacak, benim kültürüm ve birikimim ilelebet payidar kalacak, şişmanım ama gocunm…’’ Hala kulağımda yankılanır bunlar… Geceleri kabuslarıma girer. Ben kişisel işlerimi yaparken İbrahim kral ordusunu toplamış, atmosfere tekrar giriş yapmıştı. Savaş yakındı…

Dünyayı ele geçirmek için başlattığımız savaş dalga dalga, fersah fersah yayıldı. Korkan insanlar, dökülen kanlar ve liderlerin uzlaşma önerileri. Gelen önerileri dikkate almıyorduk, dünya liderleriyle uzlaşmak için değil, dünya liderliğine ulaşmak için veriyorduk biz bu savaşı. Medya kuruluşlarına zihin gücüyle hakim olup davamızı destekleyen propagandalar düzenledik, insanları bize katılmaları konusunda gaza getirdik. Ölümden korkan bir insanın ölmemek için yapmayacağı şey yoktur. Katılımlar çığ gibi büyüdü, namımız yedi diyarda yankılanıyordu. Bu gelen bizim ayak seslerimizdi.
Tabii dünya liderlerinin de kendi planları vardı, bizi durdurmak için çalışacaklardı. Onlardan gelecek hamleyi beklerken günlerce uykusuz kaldık, etrafımızı saran ölüm sessizliği yavaş yavaş bizi de korkutmaya başlamıştı. Birbirine hırlayan iki köpek gibiydik iyilerle, birbirimizden korkuyor, ama boyun eğmiyorduk. Ve sonra birden, iyilerin planı işlemeye başladı. Kağıt üzerinde kusursuz görünen planımızı sekteye uğratacak, en az bizim kadar güçlü bir savaşçı birliği yetiştirilmişti. Geldiler, kan döktüler… Gelen kalifiye savaşçı birliği bizim sümsük ayak işçilerimizi kesip biçti ve İbrahim’le benim oturup olayları keyifle izlediğimiz karargaha ulaştılar. Çok kayıp vermişlerdi. Tek bir savaşçı girdi odaya. Çok yakından tanıdığım biri…

Geri zekalı oğlum Selami’ydi gelen. Nefret saçan gözlerle bize bakıyordu. En son yıllar önce yerde yatarken tekmelediğim bir kedide görmüştüm bu ‘annene fena şeyler yapacam’ bakışını. Selami, hiç tereddüt etmeden İbrahim’e saldırdı, çok uzun bir süre savaştılar. Vücutlarındaki ufak kesiklerden sızan kan adım attıkları yerlerde kırmızı lekeler bırakıyordu, terli perçemleri gül yüzlerini örtmüştü, dere kenarında çamaşır yıkayan kadınlara dönmüşlerdi. Gözlerimin takip edemediği bir çeviklikle başı gövdesinden ayrıldı İbrahim’in. Geri zekalı oğlum Selami İbrahim’i yenmişti ve bana doğru geliyordu. Bunun son savaşım olacağından habersiz davrandım kılıcıma. O an aklıma telekineziyle çeşitli şeyler yapmak gelmemişti. Masadaki bardağı telekinezi yoluyla kendime çeken bir kişiydim halbuki…
Oğlum Selami bana doğru yaklaşırken şeytani kahkahalar atıyordum, ‘Selami’ dedim, ‘bıyıkların terlemiş lan ahahaha’. İfadesiz bir yüzle bana baktı, ‘korku öfkeye, öfke nefrete dönüşür, sen nefret ediyorsun çünkü korkuyorsun’ dedi, ben de dedim ‘tohumlar fidana, fidanlar ağaca dönüşür ahaha. Sesin yüksek çıkıyo bu suçluluk psikolojisindendir Selamiiii’. İfadesiz yüz yerini mutlak bir nefretle bakan bir yüze bıraktı, alev saçan iki göz bana bakıyordu. Kusursuz bir tonlamayla ‘gül bakalım, son gülen iyi güler’ dedi. ‘Yok artık Ara Güler ahaaha’ dedim. Savaştık, düştüm, sürgüne gönderildim, dünya benden kurtarıldı…
Son gülen Selami olmuştu. Çünkü mucizevi esprilerimi en son o anlamıştı. Allahın salağı. Geri zekalı ergen. Anasına çekmiş yemin ediyorum. Bu kadar mı sünepe olunur, bu kadar mı moron olunur, embesil olunur. Allah akıl dağıtırken şemsiye mi tuttu naptı acaba. İt.

5 Mart 2010 Cuma

ananı sikeyim underground rap. ananı sikeyim pompalamasyon şarkısını söyleyen rapçi. ananı sikeyim amerika. orospu çocuğusun kanye west.

1 Mart 2010 Pazartesi

aha aha

etrafın rapçilerle dolu olması ne büyük yükmüş meğer.. underground rapin hırçın çocuklarının parayla beat(beat ne bilmiyorum) alan zengin züppelerine attıkları diss(diss ne bilmiyorum)ler, karı kız harici her şeye mutlak nefretle bakmak ve ardı arkası gelmeyen 'kanka, kanki, kank' hitapları. allah kimseyi rapçilerin eline düşürmesin. canımı zor kurtardım yemin ediyorum. tipler standaaard hepsi aynı sahte tavırlaar beni baydı onlar vermeeez ama gösterir bir avuç bira(bir avuç bira ne bilmiyorum)ya sana göt verir. yeeeeeeey.

23 Şubat 2010 Salı

ananııı

lucid dreaming diye bir şey var, az önce uykumda ondan yapıyordum. legolas olarak gondor surlarının önünde peasant avlıyordum, catapultlarla aragorn, askerlerle gimli ve 2 tabur rohirrim ilgileniyordu. gandalf'ı çift okla deştikten sonra gözüm okçu kulesine takıldı, kuleden çıkan upgrade edilmiş, hasarı maksimize edilmiş ok suratıma doğru geliyordu... o an bir flaş patladı, her yer bembeyazdı, suratımda garip bir sızı hissettim, tüm sinirlerim gerilmişti.

uyandım ve tekrar uyuyamadım. ellerim titriyor ve yüzüm sızlıyor hala.

lucid dreaming sırasında kendini kaybedip ölen insanlar olduğunu da biliyorum, allahtan heallemiştim kendimi savaşa doğru yürümeden, yoksa ok cidden yiyecekti başımı. uyurken orta dünyada legolas olarak ölmek nası hüzünlü bi hikaye ya.. hayır bi de niye gondorla savaşıyoruz? kardeşi kardeşe kırdırıyorlar anasını satayım.

2 Şubat 2010 Salı

dileni-yorum-

deli defteri sahibi askerden dönmüş, dergi kaldığı yerden devam edecek yayın hayatına. sağda solda rastlarsanız alın para girsin kasamıza. bakın borç batağındayım malım mülküm de yok, hayal mahsullerimi, kelimelerimi satıyorum, kıyın paraya alın. lütfen.

allah benim memleketi de unutmuş ben gurbetteyken. zart zurt elektrik kesiliyor, kanalizasyonlar patlak, halk aç, yağmacılık almış yürümüş. lut kavmine dönmüşüz iyice. elektrik kesilince light saberim da çalışmıyor, hırsız mırsız girse savunmasız kalacaz anasını satayım. batıracak bıçağı adam. şindilik bu kadar.

annem bana hamileyken kimbilir ne hayaller kurmuştur.. okuyacak, doktor olacak, bize bakacak... pefff, 2 liralık dergi satılsın diye takla atıyorum. sorry mum :(

28 Ocak 2010 Perşembe

13 Ocak 2010 Çarşamba

33 otuz üç 33

merhaba,

benim ismim adem. yakın geçmişte birçok sınıf arkadaşımdan daha çok sevdiğim laptopum çalındı. insanları tanıdıkça köpeğini daha çok sevdiğini söyleyen ezberci entellerden, marjinallik sevdalılarından, çomar fetişistlerinden uzunca bir süredir nefret ediyorum. fakat laptopumu bazı sınıf arkadaşlarımdan daha çok sevdiğimi söylüyorum. asacak mısınız beni bu ikiyüzlülüğüm için? kesecek misiniz? şu an bunu okuduğunuza göre muhtemelen bilgisayar sahibi, çağa ayak uydurmuş insanlarsınız. şimdi bilgisayarlarınıza bakın ve okuduğu textte karşılaştığı 'U2' yu 'vay two umm u iki ne hocam ya?' şeklinde telaffuz eden bir sınıf arkadaşınız olduğunu hayal edin. siz, bilgisayarınızı mı daha çok severdiniz sınıf arkadaşınızı mı? hatta daha ileri gidin ve aynı sınıf içinde molalarda ayşe özyılmazel şarkısı açıp dans eden, inatla, hiç bıkmadan 'dinimiz amin, bişey yaparım ki ben bunla, burası benim evimmiş meğersem' diyen insanlar hayal edin. burası sizin sınıfınız. hiçbir şekilde eğlence vaat etmiyor. yaralı parmağınıza işemeyen onlarca boş kafayla dolu. üstelik bebek taklidi yapanlar bile var. oha yani. bebek taklidi? yıl 2010?

final tarihi yaklaştıkça gün içinde yaklaşık 250 tane 'özgüvenli kız özlü sözü' linki paylaşan (örneğin: Şımarığım Biraz, Yaparım Bazen Naz, DeLiLikte Var Az, aLınganım, KaLbim Hassas. Bu SözLerimi Bi Kenara Yaz... :), umRumda mıSın Du Bakıyım .. vaLLa DeğiLsin xD, Sen piyonsun ben şah. Ben seni kaybedersem 2 puanım gider; sen beni kaybedersen oyun biter., HAYATTA İKİ ŞEYE GÜVENİYORUM; ..Bir aynaya baktığımda GÖRDÜĞÜME. .Bir de yukarı baktığımda GÖREMEDİĞİME.) arkadaşlarınız yavaş yavaş facebook semalarını terketmeye başlıyor. link postlama aralıkları açılıyor, dünyaya meydan okuyan o çok bilmiş yarak kafalı sözler yerlerini 'üni. kolay dediler finallerden bahsetmediler, üniye kapağı at gerisi kolay diyenleri booğmak isteyenner' gibi şeylere bırakıyor. bunların paylaşılma amacı nedir peki? elbette ki cümle aleme 'ben üniversiteye gidiyorum ve finallerim var ooff nası büyük sorumluluk var üzerimde amına koyim hamal gibiyiz resmen' altmetnini insanların kafasına sokabilmek. peki bundan çıkar nedir? like eden 4-5 abazan, comment atan birkaç garabet ve çokça ego pompası. yeeey. finallerden, vizelerden, ödevlerden uzun süredir şikayet etmiyorum. üstelik not bilgi sayfam içler acısı bir halde. ben mi malım? hayır, sen malsın, sen, yaşar usta.

bu facebook'tan kalkan kafalar notlara gömülüyor, gözler yorulduğu zaman tekrar facebook açılıyor ve birkaç tane daha 'ay finaller, vay sınavlar, uy sıçtık' linki paylaşılıyor. bu kısır döngüde muhataplarınızın online olduğu o kısa süreyi denk getirebilirseniz final tarihlerinizi onlara sorarak öğrenebilirsiniz. hatta laptopla birlikte çaldırdığınız, yaklaşık 2 aylık emeğiniz olan dönem sonu projesini yarım yamalak da olsa 2 gün sonraki teslim tarihine yetiştirebilmek için 2 gün uykusuz kalmayı göze almışsanız kendilerine 'senin proje bitmiş, yarın okula getir de ana hatlarıyla baştan savma bir şey aparayım, üçü beşi kurtarayım' diyebilirsiniz. bunu diyebilmek için yaklaşık 20 dakika dedikodu yapmanız gerekir ama. zerre sikinizde olmayan kız kuruntuları, rakip kızların çakma aksesuarları, rakip kızların kepçe kulakları... hepsi hakkında birkaç kelam duymak zorundasınızdır böyle bir kızdan projesini isteyebilmek için. tüm bunlara müthiş bir can sıkıntısına rağmen katlandıktan sonra elinize geçen 10 dakikalık bir sessizlik ve 'x is offline' olduğu zaman ana avrat kaymak farzdır. günah falan da değildir. kuran'da da yazıyor bu. sövün diyor. ben cümlenin ucunu kaçırdım zaten. ne dediydim en son bilmiyorum.

teklifi olabilecek en iğrenç, en ergen haliyle reddeden kızın yazılı anlatım dersi için yalvarmaları gelir aklınıza. 'keşke...' konulu bir kompozisyonu yazamayışı, tartışmasız bir geri zekalı gibi yardım dilenmesi.. oysa ilk kelimesi keşke... olan bir kompozisyon yazmak 20+ yaşında biri için zor olmamalı. özellikle ana dilinde yazacaksan. yarım saat içinde 3 tane kompozisyon yazmıştım, 3 kıza bölüştürmüştüm onları. düşününce saçma geliyor. öğretmen olma iddiasıyla eğitim alan 3 kişi anadilinde 1 sayfalık kompozisyon yazamıyor, bağıra bağıra ben eşşek olsam daha işlevsel olurdum diyor.. ve aynı kızlar tüm sınavlarda yüksek notlar alıyorlar. atama yapılacağı zaman bunlar dikkate alınacak ve bu kızlar liseli bebelere ders vermekle yükümlü olacaklar. allah aşkına bunlar bir öğrenciye ne verebilir ya? diyorum sizin sistem yanlış diye anlamıyosunuz beni bir türlü.

'sağlık olsun' dersiniz, bir de erkeklerde deneyeceksinizdir şansınızı. ararsınız samimi bir ilişkiniz olduğuna inandığınız bir arkadaşınızı ve aldığınız cevap 'sen yaparsın yav, kolay bişey zaten, birer sayfa' olur. amına kodum salağı yaparsın yav diyor. yapmadığım şey değil ama zaman kısıtlı göt. niye anlamak istemiyosun. geri zekalı mısın nesin arkadaş yaa..

sınav tarihlerini not almak için ihtiyaç duyduğunuz ufak bir kağıt parçasını istediğiniz kız kağıdının olmadığını söylüyor, yanındaki şişmana dönüp 'kağıt versene' diyor, yanındaki şişman, o yarım dünya, annesinin karnında ikizini yemiş o ökküz evladı 'kim istiyo?' diye soruyor ve sizin istediğinizi farkedince 'vermicem' deyip önündeki kağıtlardan yemeye başlıyor. bu tepkinin sebebi iki gün önce kendisi yüksek perdeden bebek taklidi yaparken uyku mahmurluğuyla sorduğunuz ve herkesin duyduğu 'yaşınız kaç sizin amına koyim ya?' sorusu olabilir diye düşünüyorsunuz baştan, ama bence değil. beni yatırıp sikmiş bile olsanız oda sıcaklığında beklemiş taşak bezi ebatlarında olan bir kağıdı sizden asla esirgemem. bunu deneyip sonucu kendi gözlerinizle görebilirsiniz.

ismim adem, bulunduğum sınıfa tanrı tarafından küçükken komşunun bahçesinden çaldığım narenciyenin cezasını çekmem için özellikle yerleştirildiğimi düşünüyorum. bir cehennem teaser'ı kabilinden, cehennemden tek farkı kaloriferlerin düşük ısıda yanması olan sınıfımda yapayalnızım. yan sınıflardan yükselen her kahkaha sesinde 'vay amk, bunlar hiç mi erik merik çalmamış lan' diye geçiriyorum içimden.

ders saatleri harici yaşadığım hayattan şimdilik bir şikayetim yok. kendisi güzel, eğlenceli bir hayat. bol kahkaha, az gözyaşı, biraz da cafer var. laptopum çalındıktan sonra d&r'a bayıldığım para net 78,50 lira. kötü haber, son aldığım kitap da birkaç saat önce bitti; iyi haber, çişim vardı az önce geçti şimdi. internet kafe tuvaletine girmekten utanıyorum. zekeriyayı küçük suya çıkarmışken 30-40 tane adam/kadınla aramdaki tek şeyin 12cm'lik bir duvar olması beni tedirgin ediyor.

evet, uzun bir zaman sonra ilk defa yine internet kafe koltuklarındayım. bu uzunlukta bir yazı yazmak için 2 tane sigara içerdim normalde, içemiyorum şimdi. büyük puntolarla sigara içmenin yasak olduğu, cebimdeki paradan daha yüksek bir miktarda cezası olduğu yazıyor.
en çok da laptopumu çalan itin bana ne büyük bir kötülük yaptığının farkında olmaması koyuyor. o çaldığı projeyle finalin %40'ını götürdü, iki vize zaten geçme barajının üç beş puan üstündeydi, finalden %40'lık bir kesinti o dersen kalmama yol açacak. orospu çocuğu bari ödevi göndereydin maille falan.

oturduğum masanın numarası 33. philips kulaklık da var. kalkmadan önce gözüme facebook'ta bir arkadaşımın çözdüğü test takıldı. konusu şu; Ne Zaman Hayata Veda Edeceksinn...

testi çözdüm ve sonuç 12/12/99 çıktı. öleli çok olmuş yav.. ben de diyorum uykum var ne zamandır...

cya.