28 Kasım 2009 Cumartesi

hacı çok canım sıkılıyo

facebook'ta 1.752 tane arkadaşı olan arkadaşımın attığı sms'in tam metni.

iyi bayramlar bu arada.

26 Kasım 2009 Perşembe

1,752

bir arkadaşımın facebook'taki arkadaş sayısı.

20 Kasım 2009 Cuma

Aslında bir konu var

Adab-ı Muaşeret

Sinemaya düşeli uzun zaman olmuş, fakat muhtemelen gişe başarısı namına herhangi bir olayı yok. Olsa çekildiğinden ve sinemada gösterildiğinden haberimiz olurdu.

Dün otobüs yolculuğu sırasında Digi-koltuk vasıtasıyla izlemek durumunda kaldım. 4 saat boyunca 30 kiloluk kafamın da dahil olduğu bir ağırlık taşımak zorunda kalan götümdeki ağrıyı bir nebze unutturdu izlerken. O göt ağrısını unutturan film, iyi filmdir, hoş filmdir arkadaşlar. Bu sözüme güvenin lütfen. Ondan önce yayınlanan Dragonball evolution dindirmedi mesela, hem 2 saat daha az süre oturulmuş bi göte. Öyleyse Dragonball'un sinema uyarlamasına tırt olmuş diyebiliriz. Niye deriz? Çünkü Goku filmin başında çok ezik bir eleman, okulun piçi bunu eziyor büzüyor, sonra Goku'nun canına tak ediyor, yeteneklerini kullanıp dövüyor okul piçini ve arkadaşlarını. Böyle bir olayı barındıran senaryoların film haline getirilmesine karşıyım. Yeter da. Koskoca Hollywood küçük Emrah tıynetiyle film çekiyor.

Adab-ı Muaşeret'e dönelim. Film eşine az rastlanır türden bir kolaj filmi olmuş. Yani izleyiciye orjinal bir senaryo ve sürükleyici bir olay örgüsü vaat etmiyor. Çeşitli filmlerin ünlü sahneleri, şov programlardan akıllarda kalan enstantaneler cart curt birleşip bir film oluyor. Gönderme yapılan filmleri izlememiş olanlar için hiçbir şey ifade etmese de o sahnelerden haberdar olanlar için eğlenceli. Bu yönüyle oldukça riskli bir iş bu yapılan. Nitekim tutmamış, çıktığının ertesi gün sinemadan inmiş, geçenlerde show tv'de oynadı :D:D:D:D

4 saat üstünde oturulmuş götünüzde müthiş bir ağrı hissettiğiniz zamanlarda izleyebilirsiniz. Onun dışında pek tavsiye etmem. Başka şeyler izleyin.
Filmin takdir ettiğim tek yönü; liseli rolünde karşılaştığımız elemanların neredeyse tümünün yüzlerinin sivilcelerle kaplı olmasıydı. Umarım bu lise film/dizilerinde bir devrim olur, fondötene bulanmış, memeleri sarkmış, kartlaşmış karıları liseli diye izlemeyiz. Sivilce lise öğrencisini çok samimi gösteriyor. Bir de Bora Akkaş iyi oyunculuk yapıyor. Yolu açık olsun.
Tüm bunlardan ayrı olarak; Yıldız Asyalı'yı çocukluk zamanlarımda Kanal D çocuk'ta izlerdim. Keman çalıp kuklalarla konuşurdu. Bende romatizma başladı, bu kadın hala liseli rolünde oynuyor. Ne kötü bir oyunculuk kariyeri ama!

Bunun babası vardı Keloğlan..

19 Kasım 2009 Perşembe

Anlar #1



eğer yeniden başlayabilseydim yaşama,
ikincisinde, daha çok hata yapardım.
kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
çok az şeyi
ciddiyetle yapardım.
temizlik sorun bile olmazdı asla. daha çok riske girerdim.
seyahat ederdim, daha fazla.
daha çok güneş doğuşu izler,
daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
görmediğim birçok yere giderdim.
dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.
elbette mutlu anlarım oldu ama,
yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
farkında mısınız bilmem. yaşam budur zaten:
anlar, sadece anlar. siz de anı yaşayın.
hiç bir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan
gitmeyen insanlardandım ben.
yeniden başlayabilseydim eğer, hiç bir şey taşımazdım.
eğer yeniden başlayabilseydim, ilkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
çocuklarla oynardım, bir şansım daha olsaydı, eğer.
ama işte 85’indeyim ve biliyorum...
ölüyorum...


hayat dediğimiz şey, anlar bütünü. anlar bütünü dediğimiz şey ise kendi içinde milyonlarca kola ayrılıyor. mutlu anlar, mutsuz anlar, az mutlu anlar, zevkli anlar, sıkıcı anlar. ben bu anlar bütünün kollarından en dikkat çekici olanlarını inceleyip tanımlayabilmek adına bir seriye başladım. anlardan bahsedeceğim.

Kurbanlık koyun gibi hissedilen anlar

dün akşam saat 11 cıvarı uyandım ve sabaha kadar pes oynayıp küfür ettim. hala nasıl becerdiğimi anlayamadığım bir biçimde sabah 9'daki derse geç kaldım. halbuki ilk benim girmem lazımdı, istesem 7'de bile gidebilirdim. ama gidemedim. hoca kendinden sonra girenlere gider yapıp baş ağrıttığı için ilk derse girmeyi hiç denemedim. kapının önünde oturdum ve mola verilmesini bekledim. beklediğim mola geciktikçe göz kapaklarım ağırlaştı. sağdan soldan geçen kızlarla kesişerek uyanık kalmayı denedim ama işler pek istediğim gibi gitmedi. onlar bana bakmıyordu çünkü. haliyle bu iş sıkıcı olmaya başladı, tam her şeyi ardımda bırakıp mekanı terketmeye yeltenmişken kapı açıldı, hoca çıktı. önümden geçerken bana ters ters baktı, tepkisiz kaldım. gün aşırı hocalarla tartışmak pek tarzım değil. arada iyi niyetimi suistimal eden oluyor, 'ağır başlıysak uysal koyun diiliz, sana ümüğümü sıktırtmam ben' diyorum, tartışma büyüyor, silahlar çekiliyor, sonra aniden uyanıyorum. rüyaymış meğer. kısa vadeli kariyer planlarımın arasında mezun olunca hocaların arabalarını çizmek var.

sınıfa, sınıftakilerin alışkın olduğu bir biçimde geç girdim. artık yadırgamıyorlar geç gelmemi. fakat hala ceketimi çıkarırken bana dönen kafalar oluyor, o anlarda çok çaresiz hissediyorum kendimi. striptizciymişim gibi izliyorlar ceketimi çıkarmamı. cebimdeki tonlarca bozuk paranın ağırlıyla aşağıya doğru kayan aşortmanımın başladığı yerle kazağımın bittiği yer arasından ön yıldız boxerım selam ediyor arada. utanıyorum çok.
yüzümde hafif bir kızarıklıkla sona erdiriyorum şovumu, izleyiciler kafalarını tekrar önlerine çeviriyorlar.
sınıfta ismail yk'nın son single'ını dinliyorlardı. çoğu erkeğin hayallerini süsleyen bir sınıfım var ama ben mutlu değilim. ve eminim o çoğu erkek de hayallerinin gerçekleşmesini istemez.
bir sürü kız var sınıfta, biz üç kişiydik; ali, hamdi ve ben. üç yağız, üç yürek, üç yeminli fişek. adımız bela diye yazılmıştı dağlara taşlara. bir de caner var ama o top gibi biraz. kız tarafından sayıyoruz onu.

bir sürü kızın olduğu sınıf buram buram default kız kokusu kokuyor. default kız kokusunun kaynağını asla öğrenemedim. yeşil elma gibi kokuyorlar, makyaj malzemeleri midir, ne sikimdir, ağır parfüm sıkmış olanlar haricinde hepsi aynı şekilde kokuyor. onun bi sebebini diyin bana. ismail yk'nın son single'ını dinlemek de bu kızların ortak eğlencesiydi işte. hamdi, ali ve ben ölesiye tiksiniyorduk molalardan, kaçıyorduk sınıftan. ayrıca hangi zamanla yazıyorum ben bunu anasını satayım. bi geçmiş oluyo, bi şimdi oluyordu, bi geniş oldu.noldu? neyse, gidip sandalyeme oturdum ve dersin tekrar başlamasını beklemeye koyuldum. yapacak bir şey yoktu, ali yoktu, hamdi kapı önünde kızlara sarmıştı.

hoca geldi, devam edin dedi, önlerden bir kız bir şey okumaya başladı. 'noluyor' dedim hamdiye, 'neler karıştırıyorsunuz siz?'. haha, aslında 'ne okuyo lan bu dombay, neye devam ediyonuz i?' dedim ama öyle yazınca etkili olmuyo. geçen haftadan ödev verilmiş, herkes bir şeyler yazmış, şimdi de yazdıklarını sınıfla paylaşıyorlarmış. ben ödevi o saniye öğrendiğim için yoktu okuyacak bir şeyim.

işte kurbanlık koyun gibi hissedilen an, o zaman başladı. sırayla okuyordu sınıftakiler, onlar 30 kişi falandı. funda, merve, deniz, ayşe, fatma, bahar, gülsüm, hatice, esma, hayriye.. çok kalabalıklarmış. sıra yavaş yavaş bana geliyordu, gergindim. 'evet adem' diyecekti hoca, ama yoktu okuyacak bir şeyim. azar yiyecektim, canım sıkılacaktı, maskara olacaktım.. sıra hızla ilerledi, 'hamdi' dedi hoca, okudu hamdi. aksanı oldukça olmadığından (aksanı yok) okuduğundan pek bir şey anlayamadım ama hoca anlamış. thank you dedi ve bana döndü. kesim sıram gelmişti. avuçlarım terliydi, terli perçemimin ucunda bir damla parlıyordu, ha düştü ha düşecekti. ayaklarımla kafamda çaldığım müziğe ritm tutuyordum, 'ulan' diyordum, 'marduk falan gelse bari'. gelmedi marduk, sıram geldi.

sıra bana gelene kadar şekilden şekile girmiştim, ödevi yapmadığımı ima etmek için sürekli of pof çekmiştim, sınavda çekiştirmelik sakalımı yolmuştum. insafa gelir de beni pas geçer dedim, gelmedi insafa falan. okuyacak bir şeyimin olmadığını en az benim kadar biliyordu, o patlak gözlerinin içi gülüyordu, az sonra fırça çekecekti. 'hocam' dedim, 'yok bende'. 'iyi' dedi, bahar'a geçti sıra. sanırım fazla büyütmüşüm, korkulacak bir şey yokmuş.

2. (bkz: anket lan bu)

3. burda da mı sen it?

16 Kasım 2009 Pazartesi

divided we fall

kilo alıyorum. bundan 2 sene önce 'hızla kilo alacaksın' deselerdi öküz gibi yemek yemeye başlardım. şimdi öküz gibi yemek yemediğim halde kilo alıyorum.
football manager'da gender'i female seçtim, ronaldo(şişman) bana hallendi. bu davşanın dünyanın en iyi futbolcusu olarak tarihe geçmesinin önündeki en büyük engellerden biriydi karı kıza düşkünlüğü. fm scoutlarının da gözünden kaçmamış.

15 Kasım 2009 Pazar

Hani bunun ilk sahibi?



''Senin ben dayını sikeyim dayını.'' Arthur Schopenhauer.

şu fotoşap işini abartmışlar artık. eskiden karıların suratlarındaki kırışığı, sivilceyi falan gizlemek için kullanırlardı, şimdi karı suratı yapıyorlar. bu tip konularda inanılmaz hassas bi insanım. helin avşar hanfendi kendini 'inanılmaz laik bir insan olarak' tanımladığı günden bu yana sıfatlarımın başına inanılmaz ön eki getirmek benim için bir hava gibi, su gibi bir ihtiyaç oldu. inanılmaz bir ihtiyaç oldu.

bugün yaratmış olabileceğim yanlış intibayı düzeltmek için birkaç kelam edeceğim. öncelikle, gün aşırı blog güncellemem beni inanılmaz işsiz güçsüz, inanılmaz boşbeleş bir insan gibi gösterebilir ama değil. benim de bir çevrem var. inanılmaz bir çevrem. 1 hafta öncesine kadar son güncellemeyi ağustos ayında yapmışım zaten. ama ne olduysa havaların bozmasıyla oldu. inanılmaz hassas tenim soğuk havayla temas edince tahriş oluyor. ellerim morarıyor, burnum kızarıyor, bir de işte küçülme, içe doğru çekilme falan var ama o konuya girmeyelim. soğuk hava yapıyor öyle arada. damarlarım çatlıyöööoo. bu nedenle mecbur kalmadıkça dışarıya çıkmıyorum. e içerdeyken de yapacak fazla bir şey olmuyor, ver ediyorum postu, yeni kayıtı. yanlış anlaşılmaların önüne geçebildiysem ne mutlu bana.

soğuklardan mıdır nedir, son günlerde özgüvenimde de gözle görülür bir düşüş var. örneğin bizim bir tane dersimiz var. ne kadar gerekli olduğu tartışılır ama kolay geçer diye aldık. türkçe: yazılı anlatım. bu isimde bi dersi alternatifler arasında gördüğünüz zaman refleksif olarak atlıyorsunuz. çok kolay görünüyor çünkü. ama kazın ayağı öyle değilmiş. dersin hocası bizden çeşitli konularda yazılar yazmamızı istiyor, sonra onları koca sınıfın ortasında okutturuyor. özgüvenimin aşağı doğru ivmelenmesi burada başlıyor işte. ulan ben yıllardır yazarım ama topluluğa karşı en son 5. sınıfta andımızı okudum. o gün de yakışıklı görünmek için saç falan jölelediydim. hahaha. ulan arkadaş 'iyi dersler arkadaşlar' diye bitecek bir metni yakışıklı olarak okusan nolur okumasan nolur. ülküm yükselmek ananızı sikmektir diyen bi kız vardı bi zamanlar, o aklıma geldi. naptılar acaba ona.. neyse, dönem başından beri her ders üçer beşer kişi çıkıp efendi efendi okuyor yazdıklarını. ve mutlaka ölesiye eleştiriliyorlar. yok virgülü fazla uzunmuş, yok kemer tokası çok kalınmış, kılmış, yünmüş. adamın teki aşk hikayesi yazıp esas oğlana 'ibiş' adını verdi diye adamı dersi ciddiye almamakla, dalga geçmekle suçladı kadın. şimdi abi benim özgüven düşmesin de kimin özgüveni düşsün? yukarıdaki resme bakan adam inanılmaz geri zekalı biri değilse benim zevzeklik konusunda inanılmaz eaah, sikeyim inanılmaz inanılmaz. zevzeklik işte. yarın çıkıp bir şey okuyacağım, kadın diyecek 'bu ne lan ne bu?' ne diyecem? 'hocam benim tarzım bu, ben inanılmaz bir eşşoğlueşşeğim o yüzden böyle şeyler yapıyorum.' yer mi karı? yöo.

bu haftanın konusu şu; kümeleme tekniği ile kompozisyon yazma. kümeleme tekniği şu oluyormuş; bir tane ana konumuz var, ana konudan yola çıkarak ana konunun bize çağrıştırdığı kelimeleri buluyoruz, sonra bunları bir araya getirip kompoze ediyoruz. ulan bak aha benden çıkan şu;

özcan deniz (ana konu)
çağrışım kümesi:
mahsun
ibo
izzet
alişan

asmalı konak
haziran gecesi
naz elmas

nurgül yeşilçay
bornoz
ipek tuzcuoğlu
nihat doğan

''metin:

özcan iyi adamdır özcan. bunun fierce rivalsi var mahsun, ibo, izzet, alişan falan. bunlar paso kavga ederler. özcan geçen benim eve geldi. dedi 'abi böyle böyle' görseniz nasıl bıkmış, nasıl yıldırmış yıllar onu. ak düşmüş saçlarına da tek damla boya vurmamış.

asmalı konak yayınlanırken bilirdim ben özcan'ı. seymen ağaydı bu. amarika'dan karı aldı kendine, at üstünde geldi düğüne, karıya elini falan öptürdü. güneşin batışını izlerlerdi beraber. müthiş apaçi bi adamdı bu o zamanlar. sonra nurgül yenge bunu amarika'ya götürdü, orda tam bir new york beyefendisi oldu. özcandenish man in new york oldu. sonra asmalı yavaş yavaş reyting kaybetmeye başlayınca bu biraz elini ayağını çekti bu işlerden. bi süre sonra haziran gecesi'ne başladı. naz elmas vardı bunun rol arkadaşı, nası güzel bi kadındı o bir bütün olarak yahu. yeme de yanında yattı.

naz elmas ile aşk dedikodularına falan karıştı sonra bunun adı. tabi nurgül evlenmiş, çoluğa çocuğa karışmıştı o ara. youtube'da 'nurgül yeşilçayın süper memeleri' başlığıyla yayınlanan bir video var, eğreti gelin filminden bir sahne sanırım, milyonlarca kişi izlemiş. nası abazan toplum olduk yav. eğitimsizlik meğitimsizlik bunlar hep. irecep ivedik falan izleyip güler oldu insanlar. başımızda bu yönetim oldukça ohoo.. asmalı konak'ta giydiği bir bornoz vardı bu özcan deniz'in. nurgül geldi bi kere bunun evine, yandan yandan sokuluyo bizim özcan'a. bizim özcan da çok sinirli o sahnede, fantezi olacak after fight sex olacak. ulan bornoz'a öyle bir düğüm atmış ki özcan, çözülmüyor. annemle birlikle izliyoduk o bölümü, annem kanal değiştirdi. son gördüğüm şey özcan'ın buruşmuş yüzüydü. başarısız bir oyuncu olduğu için sinirden buruşmuş bir yüz gibi olmamıştı. daha çok lahana gibiydi. ipek tuzcuoğlu'nun memeleri de güzel bu arada. nihat doğan ise kusura bakmasın ama o niye çağrıştı anlamadım. her halta giriyor. onunla bir alakası yok bu metnin, çıksın aradan derhal.''


şimdi ben bunu yazdım, gidecem yarın okuyacam sınıfta, milletin kulağına kaliteli metin girecek de sonra ders hocası bana çıkışacak. 'napmaya çalışıyon sen' diyecek, benim moralim bozulacak. yazamıyorum amına koyim ya. ben köhne bir evin içindeki duygu dolu yaşanmışlıkların ve tarihin tanıklık ettiği en büyük aşkların özne olduğu ağlak şeyler yazamıyorum. allah belasını versin romantizm sikini çıkaran adamın. it herif bakmış karılar gelmiyor, bi de böyle deneyeyim demiş, dağlardan ot falan yolmuş, yokmuş tabi o zamanlar çiçek, dinozor yağından kandiller yapıp daşın üstünde mum niyetine yakmış. gel zaman git zaman romantizm olmuş.

şu an o kadar spontan yazıyorum ki iki cümle önce ne yazdığımı hatırlamıyorum. doğaçlama yapıyorum. hiç backscpace klulanmyıourm. hehahah. ve yazılı anlatım dersinde ilk öğretilen şey şuydu; 'yazar önce oturur, konuyu düşünür, kafasında kurar falan, ondan sonra yazmaya koyulur.' yazmaya koyuldum ama hala ne yazdığıma dair fikrim yok, bırak önceden kurgulamayı. yaradana sığınıp yazıyorum. çok uzun oldu zaten gidiyorum ben.

14 Kasım 2009 Cumartesi

Fotoşap



forma yakışmamış açıkçası. şişman göstermiş. ben messi olsam sırf bu sebeple galatasaray'a gelmezdim. zati gözünün teki seğiriyo, haykoya dönmüş.
anasını satayım heriflerde elektrik direği gibi boğaz oluyo ya.. kessen kesemen.

bir de resmi sitede yayınlanan futbolcu fotoğraflarıyla alakalı bir sorunum var. bakın 2 sene oldu, 2 senedir 'kewell gülüşü' diye kavram bile türettiler ama koydukları fotoğrafa bak;



ya olm bi nanik yapın, bişey yapın güldürün şu adamı kameraya bakarken. dedeme benzetmişiniz lan herifi.



bak bu biladerim nası gülüyo. nası memnun halinden.
ben liseye giderken her yıl dönemin ilk haftalarında öğrenci kartlarında kullanılmak üzere fotoğraf çekimi yapılırdı. bir gün nöbetçi öğrenci gelir, 'fotoğraf çekilcekmişiniz aşağı inin' derdi. biz de telaşla tuvaletleri doldurup musluk suyuyla saçlarımızı şekle sokmaya, nispeten yakışıklı görünmeye çalışırdık. ve ne yazık ki hiçbirimiz başaramazdık. her teli ayrı yönlere bakan ve parlamakla parlamamak arasında gidip gelen saçlarla geçerdik objektifin karşısına. saçların tam olmadığının farkında olduğumuz için endişeli bir ifade olurdu suratımızda hep. çeksin de gideyim der gibi bakardık. lise öğrenimim boyunca hiçbir fotoğrafta güzel çıkamadım bu yüzden. tüm fotoğraflarımda karşımdaki insan tenasül uzvunu gösteriyormuş gibi bakmışım. şimdi o fotoğraflara baktıkça allah çok şükür diyorum. bunu neden anlattım; çünkü sabri de bizim yaşadığımıza benzer bir heyecan yaşamışa benziyor. sırf fotoğraf çekileceği için saç ve sakal uzatmış sanki. emanet gibi duruyor sakalları..

13 Kasım 2009 Cuma

I'll be there




22 kasım'da oynanacak Galatasaray-Manisaspor maçına gitmeye karar verdim. biraz tuzlu oldu ama farkmaz. ali sami yen stadında maç izlemek paha biçilehe. fazla klişe. biletim sabri sarıoğlu önü. herhangi bi yamuğunu görürsem nazikçe uyarırım. ayrıca harry kewell ile aynı havayı soluyacağım, belki benim bozuk param dönüp dolaşıp onun cebine girecek. en çok da ayhan akman'a direkt olarak küfredebilme şansı cezbediyor beni. inşallah ilk 11 başlar.

bütün başlıkları ingilizce açtığım için çok sinirlenen oktay sinanoğlu dün karabasan olup uykudayken beni boğmaya çalıştı. mevzuya erken uyandığım için zor kurtuldum elinden. 'what the fuck is wrong with you?!' derken ortadan ikiye ayrıldı, kayboldu. güneş gören vanpir gibi, ingilizce şakıyınca çeşitli şekillere giriyo.

ayhan akman.. nolur sürekli geri pas at. i feel so hooooligan. ahh, sorry oktay, sorry sinanoğlu.

bday

attığın zar yek mi yani
yazdığına denk mi yani
yaptığın iş bu mu yani
nakit değil de çek mi yani..


'iyi ki doğdun' diyorlar. küfür eder gibi.. teşekkürler, teşekkürler, sağol. koca bir gün boyunca 72 farklı kelime kullandım, sırf bugün doğum günüm diye. ondan sonra shakespeare bilmemkaç bin kelimeyle yazıyorduya getiriyorlar lafı, biz türkler çok dar alanda konuşuyormuşuz. her gün doğum günleri oluyor, her gün iyi ki doğdunlar uçuşuyor. ne diyeceksin cevaben? teşekkürler. bu kadarı yetiyor. uzunca bir aranın ardından dün gece ilk defa saat akşam 11 gibi uykuya dalmıştım. normal insanların uyuduğu saatte uyuyor olmak rüyalarımı bile etkiledi. çok pozitif şeyler görüyordum. hiç bitmesin istiyordum. ama kahretsin ki emre tilev'in dillere destan böğürtüsüyle yatağımdan fırladım. telefonum çalıyordu. zil sesi ise şu;



son zamanlarda telefonum sık çalmadığı için sadece galatasaray maçlarını izlerken kullandığım zil sesini değiştirmeyi unutmuşum. uyuyan, hem de aylardır hasretini çektiği bir şekilde huzurla uyuyan birinin kulağının dibinde keweoooolll diye bağıran bir emre tilev yeryüzünün görebileceği sayılı mutlak korku unsurlarından bir tanesidir. ve bu unsur dönüp dolaşıp beni buldu. telefonu açtım, yaşadığım kısa vadeli şok nedeniyle karşıdaki insana (arkadaşım insanı) 'ebenin amı' diye çıkıştım. şok yerini sinire bırakmıştı, 'ne istiyosun lan gecenin bi vakti' diye sürdürdüm çıkışımı. o da şaşırmıştı. böyle karşılanmayı beklemiyordu. 'iyi ki doğdun karşim' dedi. o an dank etti. doğum günümdü dün benim. 3 senedir 19 yaşında olan ben, bi ihtimal 20'e girebilecektim belki. 3 yıl önce bir doğum günümde annem 19'dan gün aldığımı söyledi, ertesi sene 19'un dolduğunu 20'den gün aldığımı ama yine de 19 olduğumu söyledi, geçen sene yaşımı soranlara 'gün alıyorum' diye cevap verdim sürekli. yaşım konusunda kafam çok karışık. gün almak gibi küçük hesaplar peşinde koşmamalı insanoğlu.

bu seferki doğum günüm geçen senelere nazaran sönük geçti. geçen senekini çırağan'da yapmıştık çünkü, bu seferkini yapmayınca sönük oluyo. aflkşaflşa. geçen sene de 15 kişi toplanıp popkek yeyip kola içtiydik halbüse. sabah okula giderken yeryüzünün en manasız ikilemlerinden birinin içine düştüm. odadan çıkıyordum ve kapıyı kapatmak üzereydim, okula gidecektim. o sırada gözüme takıldı o. kola şişesi. orada öylece durmuş bana bakıyordu, ben de ona baktım. 'içsem mi, yok içmeyeyim, içeyim hala asitliyken, ağzımın tadını bozar, içmek de lazım, zararlı ya da...' goool. farkı ben yarattım. aflkaşa. yaklaşık 2 dakika boyunca kapatmak üzere olduğum kapının eşiğinde bir kola şişesiyle bakıştım ve hala geri zekalı olmadığımı iddia ediyorum. uykuluydum sadece.

okul sıkıcı, okul sıradan. facebook'un hatırlatmasıyla doğum tarihimi belleyen bazı insanlar doğum günümü kutladılar. iyi ki doğmuşum. teşekkürler dedim hepsine. diyemedim başka şey. özel günler hususunda dünyanın en temkinli kadını olan annem 14 şubat'ta doğmuştu, babamla 14 şubat'ta evlenmişti. beni 12 kasım'da doğurmuştu, benden 10 yaş küçük kardeşimi de bi punduna getirip 12 kasım'da doğurmuş. bu kadar planlı yaşamayı nasıl becerdiğini hiç anlayamayacağım. sorsan tesadüf diyor. tekrarlanmayan başarı tesadüfmüş. aynı annem beni arayıp kardeşimle konuşturdu ve karşılıklı doğum günü kutlattırdı. iki kere arama olmasınmış. bence annemi maliye bakanı yapsalar ülke süper kalkınır. 10 yıla kalmaz imf bizden borç istemek için habur'umuza dayanır.

yetiyor aslında bu kadarı. annem, en yakın arkadaşlarım ve kardeşim kutladı doğum günümü. fazlasına ihtiyaç yok. kardeşim ergenliğe giriyor bu arada. sesi çok çatallaşmış. şimdi dövsek ters falan da teper bu, karşılık verir. iyiydi çocukken, iyiydi.. girmeyecekti o ergenliğe. eve geldim ve uyudum. evet, doğum günümde uyudum. deliksiz hemi. dışarsı yağmur, çamur pislik içinde, ya ne yapacağıdım? üst komşu kendine play station almış, sürekli 'adrianoooo' diye bağırıyorlar. yan komşu da gitar almış. nothing else matters introsu çalıyor sürekli. 3 saattir intro çalıyor avradısktiğim. kafa lan bu.

bir yaşıma daha girdim. 19 değilim artık, baş kaldırıyorum. amına koyim 10 yaş küçük kardeşim 12 yaşına geldi bana hala 19 diyorlar. ya matematik bilin az arkadaş.
uyandığımda başucumda onlarca popkek vardı. 2. geleneksel popkek şenliklerinde uyuduğum için başucuma bırakmışlar nevaleyi. tane tane yiyorum şimdi. vişne kremalı. bir de not iliştirmişler; 'ebeni sikeyim.' ne güzel adamlarsınız lan..

edit: afkalş babamı unutmuşum lan. o da aradı. o da sağolsun uyurken aradıydı, ne konuştuğumuzu hatırlamıyorum tam. ama yine de kırgınım ben ona aslında. vizeler geldi geçti ne bi arar, ne bi sorar. sonra final vakti geliyo her gün arıyo 'alttan bırakırsan yazın sanayiye çırak verrim seni' diyo. oldu anasını satayım. ne çeşit bi motivasyon senin bu yaptığın yav?

11 Kasım 2009 Çarşamba

Sense of humour



''Fenerbahçe, sezon sonunda G.Saray'la sözleşmesi bitecek olan Harry Kewell'ı kapmak için şimdiden harekete geçti

Son yıllarda transfer etmek istediği isimlerle ilgili çalışmalara çok önceden başlayan Fenerbahçe, müthiş bir yıldızı daha şimdiden gözüne kestirdi. Fenerbahçe'nin transfer etmesi halinde Türkiye'de çok büyük yankı uyandıracak olan
bu isim Galatasaraylı Harry Kewell'dan başkası değil. Sarı-lacivertli ekip, sezon sonunda Galatasaray'la sözleşmesi bitecek Avustralyalı futbolcuyu kapmak için şimdiden planını yaptı.

Cimbom, yıllık 2.5 milyon euro ödediği 31 yaşındaki futbolcuya, yeni sözleşme için daha düşük bir rakam önermekten yana. Ancak Kewell'ın indirimi kabul etmeyeceğine kesin gözüyle bakılırken, bu anlaşmazlıktan yararlanmak isteyen Fenerbahçe, yıldız futbolcuya istediği ücreti verecek. Sarı-lacivertlilerin, aracılar vasıtasıyla Kewell'ın menajeri Bernie Mandic ile konuyu görüştüğü ve olumlu mesajlar aldığı kaydedildi.

Kaynak: FOTOMAÇ''

Open your heart, i'm coming home



uzun zaman sonra böyle cıvıl cıvıl bir not çizelgesi görünce heyecandan bloga koydum. muhteşem görünüyor bana kalırsa. o kadar sıçtın mavisi dedik, adam akıllı sıçmışlığım yok bu sefer. sırf dikkat çekmek için yapmışım gibi oldu. sınavdan düşük alacam diye ağlayıp 90 alan kızlar gibi oldum. aldakllkşag. anasını satayım gerçi en yükseği 80 ama benim için mucize lan bu. aşağıda üç beş not daha var onları koymadım. önemsiz derslerin notları onlar. sınava pijamamı soksam o 90 alır yani, o derece. onlardan gelen yüksek notlara sevinecek kadar düşmedim allah çok şükür. şu dört ders dönemin en taşaklı dört dersi. gerçi size neyse. size niye anlatıyorum ben bunları amına koyim. ben şey diyecektim, bu florentino perez çok fena yan bastı.

geri zekalı adam 250 milyon para harcadı ronaldosu sakatlanınca oynayacak kanat oyuncusu yok. robben'i gönderdi hayvanın evladı. sneijder'i gönderdi.. birini bize vereydin lan bari. gitti öküz gibi hücum hattı kurdu defansa bak. aslında bundan da size ne. futbolla ilgilenmiyosunuz ki siz. florentino perez'i bile tanımıyosunuzdur allah bilir. çok yakışıklı bi dizi oyuncusu olsa tanırdınız ama. böylesiniz çünkü siz. ugg bile giyiyosunuzdur muhtemelen.

35 milyona benzema'yı alacağına üstüne 10-15 daha koyup villa'yı alaydın bari lan. nistelrooy'un ayağına bakmazdın şimdi.

10 Kasım 2009 Salı

Önemli!

arkadaşım cafer bu blogu ziyaret etti. içeriğiyle ilgilenmeksizin aniden 'şarkı çalıyo lan kotam gidiyo amına koyim kotam az lan famili gay indircem lan kotam' dedi. sanırım devasa bir hata yaptım oraya şarkı koyarak. ttnet'in ekmeğine yağ sürdüm. bana kafam girsin.

kotanızı yandaki şarkılardan korumanın yöntemi ise basit. ufak bir dns ayarıyla çözebilirsiniz sanırım. ufak bir dns ayarının çözemeyeceği hiçbir şey yoktur. ufak bir dns ayarı.. hep bizimle kal. gitme sana muhtacız.

That's the question

6 Kasım 2009 Cuma

Kepazelik!

köşe yazarı başlığı gibi oldu lan. hoşuma gitmeyen şeylerin sorumlularına saydırmak istiyorum, üstü kapalı küfürlerle rakibimi boğmak, sağlı sollu yardırıp galibiyet golünü atmak istiyorum. yemin ediyorum altına gündem karikatürü, ne bileyim bizimcity koy sırıtmaz böyle başlığın. kepazelik!

saat 05.42. az sonra sıçtın mavisi çıkacak, fotoğrafını çekip koyarım. bazı fuzuli şeylerle uğraşırken nerden bulduysam mixpod diye bi site buldum. bloglara playlist yapıyormuş. şu bloğa benden başka uğrayan olmuyor ama heves ettim bi denedim nasıl oluyormuş diye. sığmadı mı nolduysa yarım çıktı benim playlist. saçma sapan bir şey oldu ama silmeyecem. heves ettim. yazılarımı okurken insanlar gevşesin, ruhlarını hoş bir esinti sarsın diye özellikle şarkılar seçtim. akjlfakla. yazdıklarımı okuyan da yok ha. ana avrat başbakana sövsem bi kişi dava açmaz bana. başım belaya girmez.

heha, bir gün ben öldükten sonra bu bloğu farkedecek biri, gazetelere çıkacam. 'ölmeden önce şunları şunları yazmış' gibi haberlere meze olacak bu blog. ağlarsa anam ağlayacak gerisinin götüne koyim. düşününce çok garip oluyor insan.. okutacaklar millete bunları. arkadaşlarım falan farkedecek, 'bu herif yazıp duruyomuş ya la' diyecekler, okuyup ağlayacaklar. sırf bu yüzden arkadaşlarım hakkında kötü şeyler yazmıyorum. küfür etmiyorum kimseye. üzülürler lan sonra.

annecim ve babacım, bilmenizi isterim ki intihar falan etmeyeceğim. yavşak gazeteler ölümümü dramatize etmek için aptal aptal şeyler yazarlar, 'zati çok melankolikmiş, fazla yaşamazdı, kesin ihtihar etmiştir' gibi şeyler söylerler, inanmayın. sikseler intihar etmem.

neyse asıl mevzudan uzaklaştım. şu mixpod denen site ne pis siteymiş arkadaş. bi playlist yaptı çarşaf çarşaf reklam veriyor. oraya buraya sitenin ismini yazmalar, kendinizinkini yapın demeler. bi seferlik de hayrına yapın lan? ölür müsünüz? banner maker'lar da aynı işi yapıyor. özene bezene banner yapıyosun sol alt köşede sitenin ismi yazıyor. vay arkadaş ya..


Günün sıçtın mavisi;



buranın saati bozuk..

10 Kasım'a kadar 1 milyon!

buna benzer isimlere sahip çeşitli facebook gruplarına davet ediliyorum birkaç gündür. üstelik tek kişi de değil, aynı gruba 12 kişi davet ediyor. neymiş? o.. çocuğu terörist apo'nun bile 10k hayranı varmış, atamızın niye yokmuş. ya çok büyük dert amına koyim. atamızın facebook'ta fanı yokmuş. kapatalım ülkeyi gidelim. ülkede siyasetin geldiği noktada apolitize olmak sığ, sorumsuz, düşünmekten aciz, boşbeleş olmakla bir tutuluyor. diyor ki adam; 'akçı mısın laikçi mi? cevap ver akçı mısın?' diyorsun; 'uğraştırma beni, git burdan' 20 tanesi toplanıp 'yobaz, hain, sorgulamaksız, götlek' deyu üzerine fırlıyor.

benim gördüğüm kadarıyla ülke 3 kesime ayrılmış. atam sen kalk ben yatamcılar, atam sen kalk ben yatamcı olmayıp yobaz olmakla suçlananlar ve bülent uygunlar. hal böyleyken neyi kime nasıl savunacaksın, inanın bilmiyorum. siyasi tartışmalar için deyimler sözlüğü çıksa yakında yok satar. zaten kullanılan kalıplar belli.

grup davetlerine siktir çektiğimde aptal tepkilerle karşılaşmış biri olarak söylüyorum, 10 Kasım'a kadar 1 milyon Atatürk fanı bulmak Atatürk'ü geri getirmeyecek. 11 Kasım'da tüm fanlar okullarında, iş yerlerinde, evlerinde hayatlarını nasıl devam ettireceklerini düşünüyor olacaklar. ve daha sonra 19 Mayıs için Atatürk'e 1 milyon fan kampanyasında tekrar bir araya gelecekler. gelsinler, lafım yok da, kendilerinden olmayanlara tepki vermesinler. açıkça söylemek gerekirse, ben bu isimde bir grupta olmaktan utanıyorum. az önce aylar önce yanlışlıkla olduğunu tahmin ettiğim bir biçimde DENİZ GEZMİŞ grubuna girmişim. utandım ve anında terkettim. severim Deniz'i, ama grubuna girmem. bunun sebebini bir psikoloğa soracam boş bir zamanda. göt kalkıklığı teşhisi koyarsa bozuşacam, takışacam ibneyle. 'oturduğun yerden para kazanıyosun lan münasebetsiz' diyecem.

***

aslında ben eskiden aktivisttim. zıt fikirlere müthiş sert yaklaşıp görüşlerini savunanlara 'la siktirin gidin ya la' derdim. çevrecilik, atatürkçülük, devrimcilik, mevrimcilik hepsini bi potada eritmiş ideal cumhuriyet erkeğiydim. daha sonra hevesimi kaybettim.

herkes kıskanır ya devlet yönetenleri, bakanları falan. acırım ben. bak mesela ben şu an yayılmış bunu yazıyorum, yarın sınavım olmasa sokaklarda arkadaşlarımla itlik peşinde olacaktım, bakan dediğiniz adamlar yok o protokol, yok bu davet, şu imza, bu mühür kafa patlatıyorlar. yav allah düşmanımın başına vermesin öyle mesleği. para cukka ediyorlar falan ama yemeye zamanları yok ki abi.. nasıl hırs yapmışsa herifler, versen dünyayı yiyecekler amına koyim. benim cebime 20 milyon mu girdi? gider sigara migara alırım, sinemaya giderim, kitap alırım. bir şekilde biter o para. herifin 2500 metrekare evi var, mecliste koşuşturmaktan evin içine girmişliği yoktur. e sikeyim ben öyle kudreti. neyse işte böyle böyle soğudum siyasetten politikadan boktan püsürden. varsın cenazeme güneş gözlüklü binlerce kişi gelip ağlamasın. 2500 metrekare evim de olmasın.

***

gündemde olan bitenlere dair fikirlerim var. onayladığım, onaylamadığım şeyler var ama bunları tartışmak benim için eziyet. ama galatasaray'ın orta sahadaki zenci ihtiyacını saatlerce tartışabilirim. zevk veriyor çünkü bu bana. asla çözülemeyecek sorunlar üzerinde saatlerce kafa patlatmaktansa transfer önerisi mailliyorum galatasaray'a. mantıklı bulurlarsa alıp getirirler belki.

fakaat, bu bakış açısı beraberinde 'ilkel öküz' sıfatını getiriyor bana. onlar ülkeyi ilgilendiren müthiş konular tartışıp beyin fırtınaları estirirken ben zenci orta saha düşünüyormuşum. hem onlar para kazanıyormuş, benim elime ne geçiyormuş. denyo muymuşum neymişim ya. siniredicisığdüşüncesizgündemdenkopukeşşeoğluymuşum.

ben bu görüşe katılmıyorum. futbolcular para kazanırken benim elime bir şey geçmiyormuş falan. yav o para kazanıyor dediğin futbolcular sırf ben eğleneyim diye tonlarca ter atıyorlar lan. maymuna dönüyor adamlar 90 dakika. şaftları kayıyor it. ben napıyorum? ağzımda sigara önümde çay 'ayağğın skeyim ayhan ayyağın' diyorum. üstelik beni eğlendirmek için karşılık beklemiyorlar. aldıkları para fazla olabilir ama tavuk mu yumurtadan çıkar sorusuna horozun verdiği cevabı veririm; 'ben sikerim gerisine karışmam'

10 Kasım'a kadar 1 milyon fan bulamazsanız Atatürk dünyaya rezil olur. 'heha hiç seveni yokmuş len' der gavurlar 5 çaylarını içerken. Atatürk'ün saygınlığı sizin elinizde. mutlaka olun 1 milyon kişi..

5 Kasım 2009 Perşembe

'cuz i know that i'm a gay fish

teoman'ın henüz cevaplanmayan bir sorusu var; 'nasıl oluyor, vakit bir türlü geçmezken günler hayatlar geçiyor?' diyordu teoman. uzun süredir bu sorunun üzerinde düşünüyorum ve bunun cevabını elimden geldiğince vermeye çalışacağım şimdi. cevabım şu; 'harbi lan, nasıl oluyo öyle?'

şu an saat 05.42. yarın çok önemli bir sınavım var. hakkında hiçbir şey bilmediğim derslerin sınavları benim için her zaman önemli olmuştur, bu da onlardan biri. yaklaşık bir aydır devam eden öğretim yılı boyunca dersin hocasının sıfatını görmüşlüğüm yok. öğretim yılı bir aydan fazladır devam ediyormuş bu arada, hesap ettim. yarın ne tip sorularla karşılaşacağımı bilmiyorum. ders notları çantamda. çantam şu an karşımda. ben de çantamın karşısındayım. nasreddin hoca durur mu, o da hepimizin karşısında. pazartesiden beri sıçtığım sınavlara bir yenisi eklenecek yarın. ikidir teselli ediliyorum, 'olm daha zor da olabilirdi' diyorlar. bilmediğim sorudan daha zor soru mu var itoğlit?

gelin şimdi yarınki sınava hazırlanış şeklimi inceleyelim;

dün saat 6'da sınavım olduğu için önceki gece uyumadım. sabahınan vurdum kafayı ve sınavdan 45 dakika önce uyandım. hızla sınava yetiştim ve aynı hızla sınavı bitirdim. yaklaşık 3 dakika sürdü ve tüm soruları doğru cevapladığıma eminim. iyi yaptığım şeyler elbette ki var.. sınav çıkışı eve döndüm, dönerken hayatımın götünü oldum ki bundan bahsetmiştim altta. evde annemin çorbası deyu kakalanan hazır çorbalarla kendime bir ziyafet çekip bilgisayarın başına oturdum. yarın önemli bir sınavım vardı..

yaklaşık 3 saat bilgisayar ile uğraştıktan sonra 2 saat boyunca bilgisayarla uğraştım. heroes izledim, claire karısına güzel diyenlere inat niki'ye hasta oldum. claire ne lan? allan yerdenbitmedüzkarısı. saat gece yarısını geçende, arkadaşlarım tarafından taciz edilmeye başladım. ''yarın sınav var çalışan nı?'' ''yarın sıçacaz olm'' ''sınava gel yarın'' taciz kaçılmazdı, ben de zevk almaya baktım. cevap vermedim hiçbirine. heroes'a devam ettim. heroes bitende, fm açıp oynadım. şampiyonlar şampiyonu oldum. torres son saniyede gol attı. boşuna almadık olm biz o adamı.. sarı ve çilli biraderim, 30 metreden gelişine iteledi çelskiye. drogba 'it's a fucking disgrace' dedi. ve sonra geldim bunların hepsini yazmaya başladım. allah belasını versin yazıyı bulanın. bok var buldun yazıyı. senin yüzünden hıncal uluç köşe yazarı oldu lan. göt adam.



yukarıda gördüğünüz şey adıyla sanıyla sıçtın mavisidir. az önce çektim. şimdi bir sigara yakacağım ve heroes'a devam edeceğim. yarın sınavım var.. götüne koyim sınavın. finalde toparlarım.

4 Kasım 2009 Çarşamba



afklaşkalşgaha. rivayete göre vakti evvel gavur kabilelerinin birinde yaşayan zibidinin teki duman yoluyla türk kabilelerine ahlaka mugayir şeyler göndermiş. buna sinirlenen türkler öyle çok ateş yakıp duman çıkarmışlar ki dinozorlar havasızlıktan ölmüş. o gün bu gündür hiçkimse türklere dil uzatmaya cüret edememiş..

200.000 kişi olum.. 200.000 lan. neredeyse yunanistan nüfusu. o değil fuck turkey grubundaki 900 kişiden 600'ü de türk ve sürekli küfür ediyorlar.
üçüncüyü bilmem ama dördüncü dünya savaşı internette çıkarsa gezegeni sikertiriz.



Football Manager kariyerim başarılarla dolu. Öyle ki; oyunun save dosyasını Barcelona yetkililerine mail olarak attım ve benden o kadar etkilendiler ki 'who the fuck are you?' diye bir cevap verdiler. Gelen mailin içeriğine takılmayın, alt metnini görün. Şeytan, ayrıntıda gizlidir. Keza Rıdvan Dilmen de öyle.. Mesajın alt metni şöyle diyor; sana o kadar kanımız kaynadı ki seninle yıllardır arkadaşmışız, can, ciğermişiz gibi cevap atıyoruz. Sana güvendik koçero, sevdik biz seni.

Fm kanıma o kadar işledi ki bazen paralel evrende bebenin biri tarafından kontrol edildiğimi düşünüyorum. Popmundo mudur ne halttır, aha o tarz bir oyunda yarattığı karaktermişim gibi oluyor. Fm'de Fernando Torres'i almak için çok fazla uğraştım, fakat Liverpool satmamakta diretti. Ben de çareyi Liverpool'a menajer olup Torres'i beleje kapatmakta buldum. Kesinlikle pişman değilim. Adam gibi izin vermeleri gerekirdi Torres'le görüşmeme. 15 dakika yalnız bırakmalılardı beni onunna.. Hah işte, bu yaptığımın aynısını paralel evrendeki bebe bana yapıyormuş gibi oluyor zaman zaman. Birileri mutlu olsun diye benim içime giriliyor, bana istemediğim şeyler yaptırılıyor, birileri mutlu olurken benim ağzıma sıçılıyor. Liverpool da Torres gittikten sonra ligde 12. oldu.. Bana da böyle yapılıyorsa bir gün paralel evrene gidip o çocuğu bulmak, iki çift laf etmek isterim. 'Genç adam' derim, 'yanlış senin bu yaptığın. Hilesiz hurdasız iş yapsana eşşoğlu.' Suratıma tip tip bakarsa çöğdürürüm ağzının üstüne ve kendi evrenime geri dönerim.

Bunların hepsi hayatımın kurgusal kısmı tabii. Bazen gerçek dünyada da yaşayabiliyorum. Yaşadığımı en çok Ekomar denen marketin kasiyeri hissettiriyor bana. Kasaya her girişimde uyuz gibi orasını burasını kaşıyıp suratıma bakmadan 'borcunuz şu kadar. bir an önce ödeyin de çıkın bu bakkaldan' diyor. 'Vay arkadaş ya' diyorum, 'fiş almayacam.' O da suratına bakmayan müşterilerden bıkmış tabii, hırsını garibandan çıkarıyor. Marketten çıkıyorum ben de karşı komşunun suratına bakmıyorum, o sinirleniyor bakkal Murat'ın suratına bakmıyor, ondan sonra aynı anda başlıyor dedikodu; 'insanlar çok iletişimsiiz. pis insanlar.' Çok garip şeyler var dünyada.

Şeytan dedik yukarda, bundan iki saat önce hayatımın götünü oldum. Sınavdan çıkmış eve doğru yürürken ıslıkınan Fear of the dark solosu atarken rejiden uyardılar; 'gece ıslık çalma lan şeytan gelir' dediler. Reji dediğim de benim arkadaş Serhat. 'Ne şeytanı lan akşam akşam. Saçma sapan şeylere takılıyosunuz, soğuğun skinde işi gücü yok ıslık çaldım diye yanıma inecek' dedim. Ve ekledim; 'hem şeytan kim amına koyim. Adamsa Miami'yi şampiyon yapsın' Reji bana dönerek uyardı; 'gelmiş işte olum, 10 saniyede tonla günaha girdin.' 'Hakkatten geldi lan' diye düşündüm, üstelik günaha soktu beni pezevenk. Neyse Çan eğrisi varmış zaten. En günahsız adam hayatının yuvarlak hesap %60'ını günahsız geçirmiş desen, benden %25 çıksa bi CC çıkarırım. Sonra ver elini büt. Az önce ıslıkla High Hopes'un solosunu atıyordum. Ve sanırım yine günaha girdim.. Her ıslığa geliyormuş bu arkadaş..

Tuna Kiremitçi bikaç haftadır bazı şeyleri bırakıyor ve bunları 300k tirajlı gazetede yazıyor. Yok roman yazmayı bıraktım, yok köşe yazmayı bırakacam, yok nicotinell sakız aldım sigarayı bırakacam. Labırak! Çık git. Şebnem Ferah'ın hayatının hatası olacak o adam, ben diyeyim.

Ercan Saatçi'yi de kovmuşlar. İç güveysiliğinden de istifa ederse ertesi gün limon satmaya başlar. Halbuki zamanında yayınlanan Türkstar yarışmasında jüri arkadaşı Deniz Seki ile birlikte yarışmacının tekine atar yapıyorlardı. 'Sen bennen böyle konuşaman' diyorlardı adama. Sonra biri oroyinden hapse girdi, biri kalitesiz destanı yazdı.. Büyük insanlardı gerçekten. Nasıl böyle bir şey yaptılar anlamadık..

Yarın önemli bir vizem var ve ben oturmuş bunu yazıyorum. Paralel evrenden beni kontrol eden it, iki gün go on holiday yap da başımın çaresine bakayım. Bak bu sana son uyarım. Bırak benim peşimi. Uğraşırım senle, başına bela olurum.. rahat vermem.. üstüne gelirim.. döverim..

Biterken şu çalıyordu;





Hey yavrum be..