31 Temmuz 2008 Perşembe

Minimal öykü öykünmesi

- Oğlunuzun gözünüze batan sorunları var mıydı? Onu bu karara iten bir sebep olmalı mutlaka.
+ Hayır, oğlum hep gülerdi. Hayatı sever, hep mutlu görünürdü.
- Demek ki mutlu görünmesi mutlu olduğunu göstermiyormuş..
+ Ne olur rahat bırakın beni. Oğlum bunu yapmış olamaz.

****
Caner boşlukta süzülüyordu. Annesine kendisini intihara sürükleyen sebebin ne olabileceğini soran polisi, hıçkırığa boğulmuş annesini, ilk defa başı eğik gördüğü babasını izliyordu. Odanın ortasında yatan cansız bedenine baktı. Kestiği bileğinden akan kan parkenin eğimli bölümünde birikmişti. Kendi kanına baktı, kesilmiş bileğinden akan kana. Annesinin gözyaşları kendi kanının birikintisine damlıyordu. Annesinin gözyaşları, kendi kanı ile birleşiyordu. Öldükten sonra görmek istemediği türden bir şeydi bu. Fakat görüyordu. 'Geçerli sebeplerim vardı.' dedi. 'Hiçbirinizin anlayamayacağı geçerli sebeplerim...' Ağlayan annesine son bir kez baktı ve yukarıya doğru çekildiğini hissetti. Sonu gelmeyecekmiş gibi görünen boşluğa..
****
Caner İstanbul Üniversitesi'nde İşletme öğrencisiydi. Çevresinde sevilir, çevresini severdi. Babası emekli bir devlet memuru, annesi emektar bir ev hanımıydı. Evin tek çocuğu olduğu için el üstünde büyütülmüştü. Hayatı, insanları, yaşamayı seviyordu. İki yıl sonra mezun olacak, o çok istediği tekstil işini kuracaktı. 'İnsanları ben giydireceğim' diyordu. 'Çıplak gezmelerine gönlüm razı değil.' Evet, ölmeden önce gülüyor, güldürüyordu Caner. İntihar etmek fikri, ömrünün hiçbir anında aklından bile geçmemişti. Son gecesinde gördüğü rüyaya kadar..
****
Bir çocuk gördüm. Mavi kundağı, tombul elleri, açamadığı gözleri ile karşımdaydı. 'Sen kimsin?' diye sordum. 'An-ne' diye cevapladı. Konuşamıyordu. O sırada odaya koşarak iki insan girdi. Esmer tenli, gözlüklü, bıyıklı bir adam. Babası olmalıydı. Ve yine esmer tenli, beline kadar uzun saçları ve parlak kahverengi gözleri ile elleri hamurlu bir kadın. Annesi de buydu galiba. Babası 'konuştu, oğlumuz konuştu Nazan' diyordu. Annesi 'Evet Nedim, ah yerim ben şunun gülüşüne bak.' dedi. Benim babamın adı da Nedimdi. Annemin adı da Nazandı. Bunları düşünürken baba 'Caneer, hanimiş benim oğlum' diye sevmeye başladı çocuğu. O an anladım, benim ailemdi bu. Mavi kundaktaki bebek de bendim. Hiçbir şeyden habersiz, öylece gülümsüyordum.
Sonra bir şey oldu ve etraf göz kamaştırıcı bir şekilde aydınlandı. Bir sınıftaydım. Saçları grileşmiş, geniş yüzlü bir adam 'Caner kalk sen çöz bakalım şu soruyu' diye sesleniyordu en ön sıradaki esmer, bodur çocuğa. O çocuk bendim. Kalktım ve soruyu çözdüm. Ödül olarak defterime bir yıldızlı pekiyi verdi öğretmenim.
O aydınlık yine belirdi. Evimdeydim. Annesine aldığı yıldızlı pekiyi'yi sevinçle gösteren çocuğu gördüm. Annesi 'aferim benim oğluma' diye seviyordu çocuğu.
Artık alışmaya başladığım ışık tekrar göründü. Ve beni bir grup çocuğun arasına götürdü. 10-12 yaşlarında olmalıydılar. En ortadaki esmer, kahverengi gözlü oğlanı tanıdım. Caner. Etrafına harıl harıl bir şeyler anlatıyordu. Onu dinleyenler de kafalarını sallayarak onayladıklarını belirtiyorlardı. Bir anda ayağa kalktılar ve koşmaya başladılar. Bir bakkala girdiler. Kızıl saçlı, çilli bir oğlan bakkala 'amca şunlar kaç para' diye sorarken, diğerleri tezgahın alt kısmındaki bisküvilerden teker teker alıp ceplerine dolduruyorlardı. Ne konuştuklarını anlamıştım. Hırsızlık planı. Cepleri daha fazla bisküvi alamaz hale gelinceye kadar bisküvi aldıktan sonra hızla dükkandan uzaklaştılar. Bir apartmanın kapısına oturup çaldıkları gıdaları tükettiler. Pişman görünmüyorlardı.
Işık, eskisi kadar parlak değil. Bu sefer bir grup gencin arasındayım. Ortalarındaki esmer, düzgün vücutlu genci tanıyorum. Ergen bıyıkları çıkmaya başlamış.. Bir şeyler konusunda münakaşa ettikten sonra ayağa kalktılar ve yoldan geçen bir genci çevirdiler. Esmer olanı çocuğun cebindeki paraları çıkarmasını istedi. Gasp.. Çocuk bir süre direndi, son gördüğüm hepsinin aynı anda çocuğun üzerine çullanışıydı...
Işık, giderek parlaklığı azalıyor. Evimdeyim. Esmer çocuk biraz daha büyümüş. Babasının pantolonunun cebinden para aşırıyor. Köşe başındaki büfeden bir Winston Box alıyor, pakedi cebine atıp yoluna devam ediyor. Sigaraya başlamış bizim Caner..
Işık artık yok. Gözüm biraz karardı, açtığımda sessiz bir salondaydım. Bir sürü öğrenci, eğilmiş bir şeyler yazıyorlardı. En arka sıradaki esmer çocuğu tanıdım. Diğerleri kağıtlarının üzerine eğilmiş ter dökerken o gayet rahat çevresini izliyordu. Ayağa kalktı, tuvalete gitmek için izin istedi. Salon görevlisinden izni aldıktan sonra tuvalete gitti. Kilodunu çıkardı. Kilodun üst kısmına koli bandı yapıştırılmıştı. Onu açtı, okudu. Tüm dikkatini o kağıda vererek okudu. Kilodunu giydi ve sınıfa döndü. Yanına yaklaştım. Elindeki kağıdın ÖSYM A Kitapçığı yazıyordu. Az önce okuduğu, ezberine aldığı şeylerden soru aramaya başladı. Buldu da.. Çıkacak soruları gayet iyi tahmin etmişti anlaşılan. 3 dakika önce ezberine aldığı şeyleri zorlanmadan sınav kitapçığında buldu ve işaretledi.
Karanlık sardı. Etraf aydınlandığında büyük bir coşku ile karşılaştım. Memur baba, ev hanımı anne ve üniversiteyi kazandığını öğrenen oğulun coşkusu. 'İstanbul Üniversitesi İşletme baba!' diyordu. Sınavı emeğiyle kazanmış gibi seviniyordu..
Yine aynı karanlık. Esmer oğlan üniversite kampüsünde bir şeyler çeviriyordu yine. Birkaç arkadaşı da ona katılmıştı. Gülüp eğleniyorlardı. 'Hayatı seviyorum hocu' dedi Caner. 'Bir sürü salak var, onları sömürmek kadar eğlenceli bir şey yok.' Gülüyorlardı. Hayat görüşünü salak diye nitelendirdiği insanların üzerinden asalak bir yaşam sürmek olarak şekillendirmişti anlaşılan.
Kör edici bir karanlık ve ardından ışık.. Okulu bitirememişti. Çalışmıyor, dolandırıyordu. Okuldan atılırken bile aynı şeyleri söylüyordu 'hayat güzel hocu, yolunacak kaz her yerde var.'
Okuldan atıldığını annesine ve babasına hiç söylemedi. Her gün evden çıkıyor, pisliğe daha fazla karışıyordu. Tekstil işine girip insanları giydireceğim lafı ile sadece ebeveynlerini avutuyordu. Fazlası değil.
Karanlık ve ardından gelen karanlık. Işık artık yoktu. O zaman anlamıştım neler döndüğünü. Yaşamım boyunca kirlenişim an be an gözümün önündeydi işte. Son gördüğüm şey 50 li yaşlarda, esmer bir adamın bir sokağın ordasında sırtında bir bıçak ile cansız yattığıydı. En karanlık an.. Oysa çocukken ışığım göz kamaştırıcıydı. Büyüdüm, kirlendim, ışığımı kaybettim.
Babamı şarap parası için öldürdüğümü gördüm, 10 yıl hapiste yattığımı hissettim. 60 yaşındaki annemi bana para getirsin diye temizliğe yolladığımı gördüm. Karardım, karardıkça çirkinleştim, çirkinleştikçe kendimden nefret ettim. Hayat artık güzel değildi.
Bu kararı o an verdim. Ölecektim, dünya bir pislikten arınacaktı. Kendime bir şans verebilirdim elbet, bu kadar yanlışın üzerine bir doğru ile gidebilir, hayatımı düzene sokabilirdim. Ama ÖSS'yi kiloduna koli bandıyla yapıştırdığı kopya ile kazanmış birisi için bir hayatı baştan yaşamak ızdırapların en büyüğüydü. Bu sorumluluğu kaldıracak kadar güçlü değildim. Ölmeyi seçtim
****
Caner sonsuz boşlukta yanında süzülen saydam nesneye böyle anlatmıştı rüyasını. Saydam nesne onun gibi bedeninden ayrılmış bir ruh olmalıydı. Hikayesini dinledikten sonra buharlaşır gibi dağılmaya başladı.
- Neler oluyor?
+ Hiçbir şey anlamıyorsun salak. Sen bakkalda bisküvi çalarken bakkalı oyalayan o kızıl saçlı çocuk kim hiç düşündün mü?
- Olamaz, o sensin!
+ Haha, hala gerizekalısın. Seninle birlikte bisküvi çalan hıyarlar şimdiye kadar çoktan geberdi. Çoğu kendini öldürdü. Birkaçı kendini öldürmeye çalışmadan öldürüldü. Lanet olası bir herif bizimle oyun oynadı. Hepimize aynı rüyayı gösterdi. Senin gibi salaklar hemen kirleneceğini kabullendi ve kendini öldürdü. Evet, kirleneceksiniz. Ne bekliyorsunuz ki? Hiç insan gibi yaşamayı denediniz mi? Hayır. Bir asalak gibi yaşadınız, bir asalak gibi öldünüz. Dünyayı bir pislikten kurtarmak ayağına kendinizi dünyadan kurtardınız. Bunu kendinize bile itiraf edemiyorsunuz. Ölünüz bile işe yaramaz bebeğim. Sizler losersınız.
- Peki sen? Sen niye öldün?
+ Ben kendimi bıçaklattırdım. O rüyayı uzun bir süre gördüm. Kendimi öldürecek kadar cesur değildim. Beni öldürecek birini buldum, son şarap şişesini kırdım ve sinirlenip beni bıçaklamasını izledim. Benim rüyamın sonu seninkinden çok daha korkunç bitiyordu. Dünyada daha fazla kalamazdım.
- Bunların sadece bir rüyaydı ve biz bir rüya için kendimizi öldürdük.
+ Hayır, bunlar yaşanacaktı. Yaşanmalıydı. Seçtiğin yol bunu gerektiriyordu.
- ...
****
- Hayır benim oğlum kendini öldüremez. O okulunu bitirip işadamı olacaktı. O hayatı seviyordu. O, o, tertemiz bir gençti..
+ Biz de bunun nedenini araştıracağız bayım.
- Hayır Nazan, benim oğlumun, benim evladımın bu yaptığını kaldıramam.
* Yaptı Nedim. Tertemiz bir hayatı kararttı.
****
Sonsuz göğün en sonunda, bir ışık kendisine doğru yaklaşan saydam nesneleri izliyordu. Yıllar önce bisküvilerini çalan, hayatını karartan gençlerin ruhlarını.. Onlar için üzülmüyordu. Aksine, acıyla geçen bir hayattan kendilerini kurtardıklarını bildiği için seviniyordu. Rüyalarına girmesi, onları geçmişe götürmesi, acı çekecekleri fikrini benimsetmesi kolay olmuştu. Şimdi onları sonsuz bir azap, helal edilmeyen bir hak bekliyordu. Saydam nesneler yaklaşıyordu..
****
O sırada bir büfede bir çocuk bakkala 'amca bu kaç para' diyordu. Arkasındaki 3 çocuk ceplerini doldurmakla meşguldüler. Dünyanın hiçbir zaman temizlenemeyecek pisliğine inat, pisliğe batıyorlardı..

15 Temmuz 2008 Salı

Ölümü nasıl yendim!

Hep böyle birşey yapmak istemiştim. Hani yaparlar ya kanseri, AIDS'i, gribi atlatmış kişiler, kitap yazarlar iyileşince.

Kanseri Nasıl Yendim
Keneyi Nasıl Çektim
Azrail'e Nasıl Siktiri Çektim

Ben de böyle birşey yazmak istedim hep. Ne bileyim, ölümlerden döneyim, yamulayım sonra kitap yazayım. Efsaneleştireyim öykümü. Süper birşey yapmışım gibi tabulaşayım bir kitapla. Uzun zamandır sigara içiyorum, kanser olmadım. Oldurmayan Allah oldurmuyor işte.. Benim hiç ölümden dönüş hikayem olmadı. Ben hiç bir efsane gibi ölümü yenişimi anlatamadım.. Yapabildiğim sadece 'Kolumu Nasıl Kırdım', 'Kafamı Nasıl Yardım' falan oldu. Ama bugün başka bir gün. Bugün ölümü yendim! Efsaneleştim artık!

Bizim evimizde babaannem yaşar. Çok hasta, kendisine bakamıyor. Mecbur bizimle birlikte kalıyor. Tipik bir 'babaanne'. İsrafın her türlüsünü sevmez. Çatıya bıraktığım sigara izmaritlerini bile uç uca ekler, yeni bir sigara yapar, bana içirir. Sevmiyor kaynakları boş yere harcamayı. Bu dün gece yine krize girmiş. Su damlamasın diye çeşmeleri delicesine sıkmış, yemekler artmasın diye bir oturuşta bütün buzdolabını yemiş, falan filan. Uyumadan önce de dışarıdaki boş şişelerin üzerine su doldurmuş, dolaba koymuş. Amacı, yarısı dolu şişelerin lavaboya dökülüp kanalizasyona akıtılmaması gibi görünse de aslında pintilik. Ne var, iki damla su dökülse? Görsen böyle, Al Gore gibi kurum kurum kuruluyor evin içinde. Lüzumsuzsa söndürüyor ampulleri teker teker. Dünyayı kurtaracak sanki.
Neyse, bu almış şişeyi doldurmuş. Dolaba koyup uyumuş.

Sabah 11.30 sularında uyandım. Yüzümü yıkadım, su içmek istedim. Dolabı açtım, elime yeşil bir Fruko gazoz şişesi aldım. Kapağı sıkıca kapatılmıştı. En sevmediğim şey.. Ne diye kapatırsınız şişelerin kapağını bilmiyorum. Nasılsa açılacak onlar. Uyku sersemliğinin de etkisiyle zar zor açtım şişeyi. Bardak aradım doldurup içmek için. Yoktu etrafta. Dolapları karıştırıp bardak bulmak fikri uykunun da etkisiyle çok saçma geldi. Üşendim. Şişeyi kafama diktim. Çenemden aşağıya damlayan suları, her yutkunuşumda boğazımın şişip inmesini hayal ediyordum. Hesapta kana kana su içecektim. Ama olmadı. Babaannemin su sanıp üzerini doldurduğu ve dolaba koyduğu şişe aslen bir Klorak şişesi imiş. Şu tuvalet temizlemekte kullanılan sodyum hipoklorik içerikli asidik sıvı. Düşünsenize, su diye Klorak koymuş dolaba. Ve ben bunu içtim. Lanet olsun ki onu içtim.
Sıvının gırtlağıma değdiği an bir kusma isteği geldi. Midem sanki yukarıya çekiliyordu. Gırtlağım alev almış gibiydi. Burnuma gelen Klorak kokusu beni kendime getirdi. Su sanıp içtiğim şey tuvalet temizlemekte kullanılan o iğrenç kokulu şeydi. İçtiğim ilk yudum mideme ulaştığında müthiş bir sancı hissettim. İki büklüm attım kendimi yere. Krize girmiş kuduzlar gibi ağzımdan garip sıvılar çıkarıyordum. Hırlayarak kusuyordum içtiğim Klorağı. Midem, dudaklarım, dilim herşey hissizleşmişti. Midemde kalan son Klorak damlası çıktığında ben yerde su diye sürünüyordum. Gırtlağım tarif edilemez bir biçimde yanıyordu.

Annem koşarak mutfağa girdi. Çığlık çığlığa 'noldu sana' diyordu. Yahu, sinirlendim şimdi bak yine, nasıl cevap vereyim ben sana annecim? Köpek gibi hırlıyorum orada, çölde kalmış Mecnun gibi arada 'su' diyorum, soru soracağına su versene bana. Vermedi. İnatla 'noldu' diyordu. Bana yardım edemeyeceğini anladığımda çok geçti. Gırtlağım her zamankinden daha fazla yandı, midemi kustum. Evet, midem önümde dans ediyordu. Yanılmışım, gözümün bir anlık kararması sonucu hayal görüyormuşum meğer. Gözüm açıldığında ayağa kalkacak enerjiyi toplamıştım. Annem hala soru soruyordu. Klorağı alıp dikmek geldi o an içimden. Ölmem için çabalıyordu sanki kadın. Bir yudum su vermedi.

Ayağa kalktığımda biraz sakinleşmiştim. Suyumu kendim içtim. Her yutkunuşumda gırtlağım yanıyordu. Annem elinde koca bir yoğurt tabağı ile yanıma geldi, 'ye bunu' dedi. Klorağın yanında iyi gidiyormuş yoğurt. Bir kaşık almayı denedim, kokusu kusmama yetti. Sürekli kusuyordum, nedensiz.

Apar topar giyinip hastaneye koştum. Midemi yıkayacağını söyledi görevli hemşire. Genç ve güzeldi. Sarı saçları alnına düşmüştü, gözüne çektiği kalem ve fındık burnu tam bir uyum içerisindeydi. Onu gelinlikler içinde hayal ettim. Aman Allahım, ne güzel olmuştu. Pembe panjurlu evimizde çocuklarımız ile kahvaltı yaptığımızı da hayal ettim. İki hamileliğin ardından kilo almıştı. Gözaltları kırışmış, yanakları sarkmıştı. Çok çirkin göründü gözüme. Evlenmekten vazgeçtim.

Doktorun karşısındaydım. Az önce midemi yıkamıştı. Gülümsüyordu. Kıllı elleri, kahverengi gözleri, ağarmaya başlayan saçları vardı. Damatlıklar içinde hayal ettim. Aman Allahım, ne yakışıklı olmuştu. Fakat bu düşünceyi hemen aklımdan atmam gerekti. Elalem görse ne derdi.

Mideme sokulan o iğrenç hortum odanın bir köşesine atılmıştı. Soluk borumun içinde hayal ettim. Aman Allahım, ne güzel görünüyordu. Fakat ilişkimiz başlamadan bitmeliydi. Çünkü farklı dünyaların varlıklarıydık.

Eve döndüm. Bir süre ateşler içinde yattım. Arada kustum. Fakat midem o güzel hortum tarafından özenle temizlenmişti. Endişe edilecek birşey yoktu.

Evet, ölümü yenmiştim. Klorağı yenmiştim artık! Efsaneydim. Ve efsaneler ölmezdi. Sadece şekil değiştirirdi. Kendimi şekil değiştirip kedi olmuş hayal ettim. Aman Allahım, ne sevimliydim.

Ölümü yenmiştim ulan, daha ne?