15 Temmuz 2008 Salı

Ölümü nasıl yendim!

Hep böyle birşey yapmak istemiştim. Hani yaparlar ya kanseri, AIDS'i, gribi atlatmış kişiler, kitap yazarlar iyileşince.

Kanseri Nasıl Yendim
Keneyi Nasıl Çektim
Azrail'e Nasıl Siktiri Çektim

Ben de böyle birşey yazmak istedim hep. Ne bileyim, ölümlerden döneyim, yamulayım sonra kitap yazayım. Efsaneleştireyim öykümü. Süper birşey yapmışım gibi tabulaşayım bir kitapla. Uzun zamandır sigara içiyorum, kanser olmadım. Oldurmayan Allah oldurmuyor işte.. Benim hiç ölümden dönüş hikayem olmadı. Ben hiç bir efsane gibi ölümü yenişimi anlatamadım.. Yapabildiğim sadece 'Kolumu Nasıl Kırdım', 'Kafamı Nasıl Yardım' falan oldu. Ama bugün başka bir gün. Bugün ölümü yendim! Efsaneleştim artık!

Bizim evimizde babaannem yaşar. Çok hasta, kendisine bakamıyor. Mecbur bizimle birlikte kalıyor. Tipik bir 'babaanne'. İsrafın her türlüsünü sevmez. Çatıya bıraktığım sigara izmaritlerini bile uç uca ekler, yeni bir sigara yapar, bana içirir. Sevmiyor kaynakları boş yere harcamayı. Bu dün gece yine krize girmiş. Su damlamasın diye çeşmeleri delicesine sıkmış, yemekler artmasın diye bir oturuşta bütün buzdolabını yemiş, falan filan. Uyumadan önce de dışarıdaki boş şişelerin üzerine su doldurmuş, dolaba koymuş. Amacı, yarısı dolu şişelerin lavaboya dökülüp kanalizasyona akıtılmaması gibi görünse de aslında pintilik. Ne var, iki damla su dökülse? Görsen böyle, Al Gore gibi kurum kurum kuruluyor evin içinde. Lüzumsuzsa söndürüyor ampulleri teker teker. Dünyayı kurtaracak sanki.
Neyse, bu almış şişeyi doldurmuş. Dolaba koyup uyumuş.

Sabah 11.30 sularında uyandım. Yüzümü yıkadım, su içmek istedim. Dolabı açtım, elime yeşil bir Fruko gazoz şişesi aldım. Kapağı sıkıca kapatılmıştı. En sevmediğim şey.. Ne diye kapatırsınız şişelerin kapağını bilmiyorum. Nasılsa açılacak onlar. Uyku sersemliğinin de etkisiyle zar zor açtım şişeyi. Bardak aradım doldurup içmek için. Yoktu etrafta. Dolapları karıştırıp bardak bulmak fikri uykunun da etkisiyle çok saçma geldi. Üşendim. Şişeyi kafama diktim. Çenemden aşağıya damlayan suları, her yutkunuşumda boğazımın şişip inmesini hayal ediyordum. Hesapta kana kana su içecektim. Ama olmadı. Babaannemin su sanıp üzerini doldurduğu ve dolaba koyduğu şişe aslen bir Klorak şişesi imiş. Şu tuvalet temizlemekte kullanılan sodyum hipoklorik içerikli asidik sıvı. Düşünsenize, su diye Klorak koymuş dolaba. Ve ben bunu içtim. Lanet olsun ki onu içtim.
Sıvının gırtlağıma değdiği an bir kusma isteği geldi. Midem sanki yukarıya çekiliyordu. Gırtlağım alev almış gibiydi. Burnuma gelen Klorak kokusu beni kendime getirdi. Su sanıp içtiğim şey tuvalet temizlemekte kullanılan o iğrenç kokulu şeydi. İçtiğim ilk yudum mideme ulaştığında müthiş bir sancı hissettim. İki büklüm attım kendimi yere. Krize girmiş kuduzlar gibi ağzımdan garip sıvılar çıkarıyordum. Hırlayarak kusuyordum içtiğim Klorağı. Midem, dudaklarım, dilim herşey hissizleşmişti. Midemde kalan son Klorak damlası çıktığında ben yerde su diye sürünüyordum. Gırtlağım tarif edilemez bir biçimde yanıyordu.

Annem koşarak mutfağa girdi. Çığlık çığlığa 'noldu sana' diyordu. Yahu, sinirlendim şimdi bak yine, nasıl cevap vereyim ben sana annecim? Köpek gibi hırlıyorum orada, çölde kalmış Mecnun gibi arada 'su' diyorum, soru soracağına su versene bana. Vermedi. İnatla 'noldu' diyordu. Bana yardım edemeyeceğini anladığımda çok geçti. Gırtlağım her zamankinden daha fazla yandı, midemi kustum. Evet, midem önümde dans ediyordu. Yanılmışım, gözümün bir anlık kararması sonucu hayal görüyormuşum meğer. Gözüm açıldığında ayağa kalkacak enerjiyi toplamıştım. Annem hala soru soruyordu. Klorağı alıp dikmek geldi o an içimden. Ölmem için çabalıyordu sanki kadın. Bir yudum su vermedi.

Ayağa kalktığımda biraz sakinleşmiştim. Suyumu kendim içtim. Her yutkunuşumda gırtlağım yanıyordu. Annem elinde koca bir yoğurt tabağı ile yanıma geldi, 'ye bunu' dedi. Klorağın yanında iyi gidiyormuş yoğurt. Bir kaşık almayı denedim, kokusu kusmama yetti. Sürekli kusuyordum, nedensiz.

Apar topar giyinip hastaneye koştum. Midemi yıkayacağını söyledi görevli hemşire. Genç ve güzeldi. Sarı saçları alnına düşmüştü, gözüne çektiği kalem ve fındık burnu tam bir uyum içerisindeydi. Onu gelinlikler içinde hayal ettim. Aman Allahım, ne güzel olmuştu. Pembe panjurlu evimizde çocuklarımız ile kahvaltı yaptığımızı da hayal ettim. İki hamileliğin ardından kilo almıştı. Gözaltları kırışmış, yanakları sarkmıştı. Çok çirkin göründü gözüme. Evlenmekten vazgeçtim.

Doktorun karşısındaydım. Az önce midemi yıkamıştı. Gülümsüyordu. Kıllı elleri, kahverengi gözleri, ağarmaya başlayan saçları vardı. Damatlıklar içinde hayal ettim. Aman Allahım, ne yakışıklı olmuştu. Fakat bu düşünceyi hemen aklımdan atmam gerekti. Elalem görse ne derdi.

Mideme sokulan o iğrenç hortum odanın bir köşesine atılmıştı. Soluk borumun içinde hayal ettim. Aman Allahım, ne güzel görünüyordu. Fakat ilişkimiz başlamadan bitmeliydi. Çünkü farklı dünyaların varlıklarıydık.

Eve döndüm. Bir süre ateşler içinde yattım. Arada kustum. Fakat midem o güzel hortum tarafından özenle temizlenmişti. Endişe edilecek birşey yoktu.

Evet, ölümü yenmiştim. Klorağı yenmiştim artık! Efsaneydim. Ve efsaneler ölmezdi. Sadece şekil değiştirirdi. Kendimi şekil değiştirip kedi olmuş hayal ettim. Aman Allahım, ne sevimliydim.

Ölümü yenmiştim ulan, daha ne?

Hiç yorum yok: