9 Ekim 2010 Cumartesi

1 Ağustos 2010 Pazar

şerefsiiiiz

arkadaşlar merhaba,
insanoğlunun ne kadar iki yüzlü olabileceğini, avam bulduğu zevkleri yerip karizmaya kat çıkmak için ne derece küçülebileceğini örneklemek üzere geldim buraya. dün otobüste kutsal damacana 2 filmini izlettiler bize, yanımda oturan eleman filmin başından sonuna kadar kahır kahır güldü, şafak sezer küfür etti bu güldü, başka biri küfür etti bu yine güldü. neyse sonra film bitti bu laplop açtı twitter'a girdi 'kutsal damacana 2'yi izledik. allam bu kadar saçma film mi çekilir pöffff..' yazdı. o olaya çok canım sıkıldı gerçekten. insanoğlu ne kötü..

buraya son geldiğimde yandaki ankete 36 oy kullanılmış görünüyodu, şimdi sayı düşmüş. burda da garip şeyler olmuş. neyse koyim blog müessesesine.

i ♥ tatil yapmak.

10 Haziran 2010 Perşembe

i'm megatron!



☺/
/♥
/|\son çekindiğim fotoraf. arkadaşım çekti.

gece saat 4 sularında çorbacıya doğru yürürken karşıdan gelen bir adam ara sokağa saptı. uzun zamandır kilo almışsın, hayvan olmuşsun, koskocamansın diyen insanlar vardı çevremde fakat her gün aynaya baktığım için değişikliği farketmiyordum. o eleman yolunu değiştirince farkettim ki gerçekten büyümüşüm. bilirim o yol değiştirme psikolojisini, hacmim küçükken ben de çok yaptım. gece gezmeyi sevdiğim için eve dönüşlerim hep karanlık yollardan oldu, o yollarda karşıdan gelen bir adam gördüğümde önce bir tartardım, teke tekte alır mıyım diye bakardım, alamayacak gibiysem bulduğum ilk köşeden dönerdim. adam benim peşimden aynı yola giriyorsa aha sıçtık deyip adımlarımı hızlandırırdım, yoluna devam ederse benimle bir problemi olmadığını anlayıp aynen geri dönerdim. canım tatlıdır. dayak yemeyi sevmem. bu gece karşıdan benim geldiğimi görünce ilk köşeden dönen eleman ben biraz uzaklaşınca girdiği köşeden çıkıp yoluna devam etti, gençliğimi gördüm onda. onun da canı tatlı kesin. hazır yaz da gelmişken posta gazetesi alıp ender saraç diyetleriyle besleneyim diyorum. havuza denize giriyoruz yazları, çıplak üstelik. fit görünmek lazım.
super size me izleyip mc donald's önünde eylem yaptım. orospu çocukları diye bağırdım. kapalıydı dükkan gece 4 suları falandı işte.

şimdi baktım karanlıkta heybetimden korkuyor millet, decepticon olmaya karar verdim. reversible montum var onla başlarım dönüşmeye ufaktan. bugün lise önüne gidip tıfıl bi bebe kaçıracam adını starscream koyacam hizmetçim yapacam. sonra beni günde 5 kere meynenetsiz amına koduğum çocuğu hitlerin fotoğrafıyla muhatap eden facebook arkadaşlarıma saldıracaz. onların her birini dövmediğim için bana küfür edeceksiniz. amk piçi diyeceksiniz. bunu kaldıramam. o yüzden bu işi yapacam. kısa vadede planlarım bunlar. sınavım var az sonra.

8 Haziran 2010 Salı

kına yakın

"merhaba, shalom & salam to all our beloved fans & friends...
2 weeks ago, we were the happiest band on earth when we were announced to sonisphere istanbul, we all waited for this moment for so long.
then, a political fucked up crisis started between our countries and a whole chaos started to go on and unfortunately still goes on till that moments.
after a few days of rumors we were sadly announced today that the security company who is responsible of the festival cannot guarantee our safety during the fest and therefore our show had to be delayed from this year…
you have to know that, we, orphaned land, we felt safe and we 100% wanted to come despite all, to have that show for the purpose of peace, friendship and brotherhood of our nations. the facts are that this is a big festival, with many people and many bands, and the security company didn't want to risk all of that just because of us. we couldn't agree with it, but we fully understand it and respect it. yet, we and purple productions, are very sad, it is such a strange feeling not to be able to play in turkey, this is our second home!
due to the situation that was created our show moved to sonisphere romania. we promise you all that we will make the maximum efforts to schedule new dates in turkey very soon. we personally feel safe; we don't need any kind of security, surrounded by all of you makes us safe, but this is just us.
we wish to thank our amazing fans who wrote "serefe..." in our facebook fan page (there were hundreds of you!!) to all the people that opened support groups and even the ones that just expressed their opinion; you all are the greatest gift that a band could get. please don't be sad about this cancellation, all delays are for the good, one day, politicians will learn and take an example from you and us, inshallah.
before we leave please remember this, our orphaned brothers - our countries flags may have different signs and colors but deep in our hearts shines the same flag – the flag of hope, friendship, brotherhood, don't ever forget it - it is our duty as disciples of the sacred oath.
sherefe & mujuck to all of you,
orphaned land."

ve milli duygularımız ve sarsılmaz cesaretimiz bir kötülüğü daha defetti. kına yakın.

16 Mayıs 2010 Pazar

gool

fenerbahçe gol attı, şampiyonluk geliyor. dışarısı insan yığını, alkış kıyamet koptu golden sonra. ben, evde oturdum tek başıma film izliyorum, yanımda cips var. ah ulan galatasaray. ben ne güzel ankara'da olacaktım şimdi, şampiyonluk kutlayacaktım..

belki seneye gene tepindireceksin beni sevinçten veya kederden, ama bu sene yaptığını hiç unutmayacağım galatasaray..

2 Mayıs 2010 Pazar

ölmüş ercan ölüdür

Üç ay önce talihsiz bir kaza sonucu sahip olduğu tek kaliteli ders materyali olan flütü kırılan İbrahim okula doğru isteksizce yürüyordu. İlk ders müzikti ve muhtemelen derse flütsüz geldiği için yirminci kez azar yiyecekti öğretmeninden. Müzik dersi olduğu günler hiç mutlu olmadı İbrahim. 7 çocuklu bir ailenin en küçük çocuğuydu İbrahim. Babası çoğu zaman adını hatırlamazdı, 7 numara diye seslenirdi oğluna. O babadan bir flüt istemek o yaşta bir çocuğun cesaret edebileceği türden bir şey değildi.
Ve birden, önünden geçtiği parkı çevreleyen çalılıkların arasında parlayan bir şey aldı gözünü. Merakına yenik düşüp ışığın kaynağına yürüdü; gümüş rengi bir flüt. Oldukça sahipsiz bir şekilde duruyor, yeni sahibini bekliyor.
Etrafını kontrol eden İbrahim kimsenin bakmadığından emin olduktan sonra flütü aceleyle çantasına tıkıştırıp neşeli adımlarla okula doğru yürümeye başladı, adımları artık daha hızlıydı.

Sınıfındaki en mutlu çocuk olduğu net bir biçimde anlaşılıyordu. Öğretmen geldi, çocuklardan flütle Yılan Hikayesi jeneriğini çalmalarını istedi.
İçi içine sığmayan İbrahim flütünü ağzına götürdü, derin bir nefes aldı ve üfledi...


***


Sakin bir sabaha uyanan Ercan seri hareketlerle üzerine bir şeyler giydi ve işyerine doğru yola çıktı. İskarpinlerinin ıssız sokakta çıkardığı tok sesler yüksek apartmanlarla çevrili sokakta sürekli yankılanıyordu. Yaptığı işe biraz heyecan katmak isteyen Ercan adımlarıyla bir tempo tutturdu, enstrümanı deri iskarpinden çıkan tok sesleri müzikal bir uyum içerisinde yankılanmaya başladığında yüzü gülmeye başlamıştı. Küçük şeylerle mutlu olmayı en iyi bilen insan muhtemelen oydu. Otobüs bekleyeceği durağa yaklaşırken müziğin ritmi giderek düşmeye başladı ve son bir tok sesiyle tamamen kesildi. Otobüs durağında Ercan’dan başka 5 insan daha vardı. Yaklaşık 15 dakika gibi bir süre için yol arkadaşlığı yapacağı kişilerin yüzlerine dikkatsizce bir göz attıktan sonra bir sigara yaktı. Beklediğiniz otobüsün bir an önce gelmesini istiyorsanız bir sigara yakın. İkinci fırtı alamadan otobüs durakta sizi bekliyor olacak.
Otobüs yolculuklarını her zaman garip bulmuştu. Aynı hedefe giden bir sürü insan, dakikalar/saatler boyu aynı otobüsün oksijenini soluyup birbirlerinin farkında bile olmayan insanlar. İstiyordu ki otobüse binen herkes evden çıkarken annesine poğaça börek hazırlatsın, cam kenarı kola/fanta getirsin, sofra bezlerini sersinler piknik yapsınlar yol boyu. Hangi çağda yaşıyordu allah aşkına, biraz realist olsundu, işine baksındı. Bineceği otobüs yavaşça durağa sokulurken Ercan ve müstakbel yol arkadaşları kıpırdanmaya başladılar. Birer birer otobüse binerlerken Ercan ensesinde ılık bir ıslaklık hissetti. Ani bir hareketle kafasını arkaya çevirdi fakat hiçkimse/hiçbir şey göremedi. Şaşkın bir ‘’Allah allah’’ sesi kafasının içinde yankılanırken otobüsün merdivenlerini tırmanmaya başlamıştı. Otobüste kendisinden ve az önce kendisiyle birlikte binen 5 kişiden başka hiç yolcu olmadığını farkedince bir kez daha şaşırdı Ercan. Daha önce hiç oturarak yolculuk etmemişti bu otobüste. Mahallede adı fortçuya çıkmıştı. Kız babası arkadaşları hep küsmüştü Ercan’a.

Otobüs yolun üzerinde yavaşça ilerlerken dünü, bugünü, yarını düşünüyordu Ercan. Hayatta hiçbir istediğini elde edememiş, cebren ve hile ile orta sınıf bir üniversiteden mezun olmuş, bitirdirdiği bölümle hiçbir alakası olmayan bir işte çalışmaya başlamıştı. Hayatında değişiklik istiyordu, gece yastığa başını koyduğunda hep bunu düşünürdü. Bir sabah film yıldızı olarak uyanmak, bir punduna getirip aya çıkmak, en olmadı futbolcu olup forvet oynamak. Kafasında yarattığı tüm soyut Ercanları kıskanıyordu. Hatta bazen çok fazla sinirlenirse çeşitli korkunç şekillerde ölüme yolluyordu kafasındaki Ercanlardan birini. Dün gece kafasındaki Ercanlardan bir tanesini meme ellerken resmettiği hayalinin tam ortasında kendi Ercanına sinirlenip memesini ellediği kadının içinden yaratık çıkarttırarak öldürtmüştü. Şimdi otobüste olduğuna göre ve gideceği uzun bir yol olduğuna göre yeni bir Ercan yaratıp bir süre onunla oyalanabilirdi.

Otobüsün yosun tutmuş ‘Sqny’ hoparlörlerinde Axl Rose’un helyum sesi ‘’Welcome to the Jungle’’ diye bağırıyordu 6 yolcuya. Bu hiçbirinin alışık olmadığı bir durumdu, dolayısıyla artık tedirgin olmanın vaktinin geldiğine karar verdiler. Bir sağa bir sola dönen kafalar ve meraklı gözlerin merakını göz yakan beyaz bir ışık huzmesi iki katına çıkardı. Patlayan ışığın yarattığı geçici körlükten kurtulduklarında tamamen beyaz bir odada birbirlerine bakıyorlardı. Odada kapı, pencere, havalandırma borusu gibi dışarıya çıkışı sağlayacak hiçbir gedik yoktu. Hissettikleri korku bedenlerinde beliren ter damlaları ve kontrol edemedikleri ufak titremeler şeklinde tezahür ediyordu. Oraya ne amaçla getirildikleri hakkında hiçbir fikirleri yoktu. Aslında oraya neden getirildikleri umurlarında değildi, daha ziyade oranın neresi olduğu sorusu kurcalıyordu kafalarını. İlk konuşan Ercan oldu. Bilinmeze sürüklenen bir grup insanın lideri her zaman için grubun ilk konuşan üyesidir. Ercan konuşmaya başlamadan önce bu yazısız kuraldan ve üzerine otomatikman binecek sorumluluktan habersizdi. ‘’Nerdeyiz?’ diyerek başladı söze. Gelen cevaplar hiç şaşırtıcı değildi; ‘’Bilmiyorum.’’. Beyaz ışık görüp otobüsten bembeyaz bir odaya ışınlanan insanlara sorulması gereken soru asla ‘’Nerdeyiz?’’ değildir. Ercan bu denyoluğu yapmıştı fakat olayın şokuyla kimse üzerinde durmadı. Korku dolu gözlerle etrafı kesen yolcu grubu bulundukları odanın her milimetresinden yayılan manasız fısıltıları duyana kadar bundan daha fazla korkacaklarını düşünmemişlerdi. Fısıltılar tedirgin nefesleri bastırdı ve beyaz oda giderek kararmaya başladı...

3 saat sonra...

Odayı dolduran fısıltılar kaybolalı 2 saat olmuştu, şimdi 6 yolcu beyaz zemine oturmuş birbirlerini tanımaya çalışıyorlardı. 6 yolcunun 2’si kadın, 3’ü erkek 1’i de Ercan’dı. Kadınlardan güzel olanının ismi Eceydi. Erkekler de sırasıyla Metin, Ali, Feyyaz. Metin ve Feyyaz’ı gözü hiç tutmamıştı Ercan’ın. Bakışlarında tedirgin edici bir parıltı vardı ve Ercan bu parıltıyı en son ‘’abi aslında çok paran olacak açacaksın böyle bir mekan, günde 100 kişi aksa kemiksiz 500 lira kar, at bi kısmını kenara 3 aya büyütürsün dükkanı, kral olursun, padişah olursun’’ diyen üçkağıtçı arkadaşı Hamdi’de görmüştü. Kendi kendine bu ikisine karşı temkinli olmayı tembihleyerek söz aldı: ‘’Offffff .mına koyim offfffff’’. Gösterdiği aşırı tepkinin farkına vardığında yüzü kızardı ve sol eliyle sağ kolunu kavradı. Bir eliyle diğer kolunu kavrayan insanların mutlaka bir derdi vardır, içine kapanıktır, hastadır, babası falan ölmüştür. Hiç beklenmedik bir şekilde Ercan’ın boşluğa haykırışı birilerinin dikkatini çekti, nereden geldiği anlaşılamayan bir ses odadakilere şöyle diyordu: ‘’Merhaba, ben buraya getiriliş amacınızı ve sizden ne istendiğini açıklayan dış sesim. Sahibimi hiçbir zaman tanıyamayacaksınız, o yüzden sağda solda soruşturmayın. Sizler sandığınız gibi sıradan insanlar değilsiniz. Hepinizin kendine has özellikleri var, ki bu özellikler sizin buraya getirilmenize sebep oldu.’’ İltifat aldıklarını sanan yolcular şöyle bir şişinmiş olsalar da hayalleri ummadıkları kadar erken yıkıldı: ‘’Haha şaka lan. Yok hiçbir özelliğiniz. Kimleri getirsek diye bakınırken ilk siz denk geldiniz. Boşlukta otur otur çok sıkıldık, size tüm bilimkurgu filmi özelliklerini verdik, takılın bakalım neler yapacanız, izleyecez’’.

Uzun süren bir sessizliğin ardından ilk konuşan yine Ercan oldu. Bu herif susmak nedir bilmiyordu yemin ediyorum. Bir bok biliyormuş gibi her konuya salça oluyordu. ‘’Şu verdikleri özellikleri bir deneyelim bakalım...’’ dedi ve aniden yükselmeye başladı. Uçuyordu. Gözlerini kısıp 2 kadından çirkin olana odaklanarak ateş çıkarmayı denedi, başardı. Çirkin kadın çığlıklar içinde yerde tepinirken hiçbiri müdahale etmedi. Yol arkadaşlarının bu vurdumduymazlığına bozulan çirkin kadın arkadaşlarını protesto etmek amacıyla çığlık atmayı kesti ve sessizce öldü bir köşede.

Kalan 5 yol arkadaşı olağanüstü güçlerini denemek için can atıyordu. Metin aniden yüksek sesle ‘’bu böyle olmaz beyler, ben gidiyorum’’ dedi ve aniden ortadan kayboldu. Birkaç saniye sonra haykırarak havaya sıçrayan Ali ne olduğunu anlamak için etrafına bakındı ve yine kaynağı belli olmayan bir kahkaha işitildi. Düşük mizah algısı sahibi Metin görünmez hale gelip Ali’ye parmak atmıştı ve hiç utanmadan gülüyordu bu yaptığına. Beyaz odada bir süre eğlendikten sonra Ercan’dan reddedemeyecekleri bir teklif geldi. ‘’Artık dağılalım ve hayatlarımıza kaldığımız yerden devam edelim.’’. Süper güçlerle donatılmış 5 yol arkadaşı gitmek istedikleri yerlere ışınlandıklarında boşalttıkları odada ‘pof’ sesi yankılanıyordu. Ercan süper güçlerini insanlığın ortak menfaatleri için kullanmaya karar verdi. Hırsızları yakalayacak, küresel ısınmayı durduracak, soyları tükenmesin diye panda ve penguenleri seviştirecekti. Metin ve Feyyaz ise iki kişi kalıp dünyaya hakim olmayı amaçlıyorlardı, bu yolda önlerine çıkacak herhangi bir şeyi tereddüt etmeden yok etmeye and içtiler. Ece ve Ali görünmezlik kullanıp Mars’a falan yerleştiler sanırım. Bulamıyorum onları, kayboldular. Neyse önemli karakterler değillerdi zaten.

1 ay sonra...

Ercan geride bıraktığımız 1 ay boyunca sürekli haklının, ezilenin yanında olup dünyayı daha güzel bir yer haline getirmeye çalıştı. Metin ve Feyyaz ise hain planlarını ertelemişlerdi, zamanda yolculuk ederek vakit öldürüyorlardı. Bir ileri bir geri gidip zamanın nabzını tutuyorlardı. Bir gün Metin’in aklına ortaokuldayken sınıf arkadaşı olan Sabri’ye yaptığı ‘’senin geçmişini s.kerim’’ tehdidi geldi. Ellerine fırsat geçmişken Metin’in yıllar önce savurduğu tehdidi gerçeğe dönüştürme fikri cezbetti iki kafadarı ve 1983 yılına, Metin’in okuduğu ortaokula gittiler. Üzerinde ‘’Hasan Sevgi’yi seviyor, Galatasaray, Iron Maiden, Bahar&Mehmet’’ gibi şeyler yazan bir ilköğretim sırasının üzerinde uyuyor taklidi yapıp ilgiyi üzerine çekmeye çalışan Sabri’yi gördüler. Feyyaz Sabri’nin ses tellerini devre dışı bırakıp sınıf içindeki öğrencileri dondurduktan sonra Metin eline bir çakmak alıp küçük Sabri’nin pipisini yakmak için hamle etti. Alev Sabri’nin etinin hemen yanında usulca titrerken iki kafadar habis kahkahalar atarak attığı çığlıklar duyulmayan küçük Sabri’nin kıvranışını izliyorlardı...

O sırada, 2010 yılında, oldukça itici bir bayanın sunduğu kadın programında ‘’Allaaaaaaaaaaaaaaaaaaahhhh’’ diyerek zeminde daireler çizmekte olan Sabri Bey’i tüm konuklar ve ekran başındaki milyonlar şaşkın gözlerle izliyorlar, adamın deli olduğunu düşünüyorlardı. Gerçekte ne olup bittiğini asla bilemeyeceklerdi...


Aynı programı izleyen Ercan ise bir terslik olduğunu anlamıştı, kötü bir şeyler olacağını hissediyordu.
Metin ve Feyyaz farkında olmadan boylarından büyük bir işe kalkışmışlar, zaman sürekliliğini sekteye uğratmışlardı. Geçmişe ve geleceğe müdahale edilemezdi, sahip olunabilecek tüm süper güçlere sahip olsanız bile...

Yine aynı programı izleyen gizemli adamlar eğlenmek için kalkıştıkları bu işin sonunun kötüye gittiğini farkettiklerinde herkes için çok geçti. Gizemli adamların gazabı öyle korkunç olacaktı ki, Metin ve Feyyaz hiç doğmamış olmayı dileyeceklerdi.
Oynanacak oyun belliydi ve oyuncular zaman kaybetmeden harekete geçtiler. Gizemli adamlar ve Ercan Metin&Feyyaz ikilisini bulup hadlerini bildirmek için hışımla harekete geçtiler. Metin&Feyyaz ise geleceği görebilme yetileri sayesinde başlarına gelecekleri görmüşlerdi, gelecek ölümcül darbe için hazırlıklı olmalıydılar. Ani bir kararla 1983’ten zamanımıza gelerek benim yanıma ışınlandılar. Telefon kablolarımı ve elektriğimi kestikten sonra korkunç gözleriyle bana bakıp onları bu beladan kurtarmamı istediler. ‘’Lan it’’ dedi Metin, ‘’senin yüzünden düştük bu hale, sen yazmasan benim aklıma bile gelmezdi geçmişe gidip Sabri’ye pislik yapmak. Peşimizdekileri umulmadık bir şekilde öldür, ya da ne bileyim yolda birbirleriyle karşılaştırıp seviştir, bize zaman kazandır’’. Metin’e bu istediğini asla yapamayacağımı, prensiplerim olduğunu söyledim. Feyyaz beni kaba kuvvetle sindirebileceğini düşünüp üzerime yürüdü, Metin ise tersimin pis olduğunu anlamış olacak ki Feyyaz’ı tuttu. Aslında gerçekten Metin ile Feyyaz’ın kazanmasını istiyordum, karakterin yaratım sürecinden bu yana Ercan’ı hiç sevmemiştim. Evet, Ercan layığını bulacaktı...

Aniden kafasında bir ışık parlayan Ercan soluğu benim odamda aldı. ‘’Nerdeler?’’ dedi, ‘’titriyorsun?’’ dedim, ‘’hava soğuk’’ dedi, güldüm. Ercan tamamen kontolden çıkmıştı. Yakama yapışıp yaklaşık 7 kere ‘’nerdeler?? Nerdeler dedim??’’ diye sordu. Sakin bir sesle ‘’arkandalar’’ diye cevap verdim. En başından beri görünmez vaziyette olanları izleyen Metin ve Feyyaz ortaya çıkmışlardı ve ellerinde birer aduket tutuyorlardı. Simultane bir biçimde serbest bıraktılar aduketlerini, iki alev topu aynı anda Ercan’ın yüzünde patladı. Ve her şey karardı...

***

Yüksek bir lakanın üzerinden geçen otobüs sarsılarak Ercan’ın kafasını cama çarpmasına sebep oldu. Şiş gözlerle etrafına bakan Ercan hala otobüste olduğunu farketti, hayaller kurarken uykuya mı dalmıştı? Bunların hepsi rüya mıydı? Naaaaaaaaaaaah rüyaydı. Ölmüş Ercan ölüdür, yok rüya falan. Fırsat bulmuşken dalga geçeyim dedim Ercan salağıyla.

***

Ercan’ın ölümünün ardından olup bitenlerden uzaklaşıp Metin ve Feyyaz’ı kaderlerine terk etmiştim. Gizemli adamlar hala peşlerindeydi ve saklanmak gittikçe daha zorlaşıyordu. Kaçıp saklanmak konusundaki son umut kırıntıları da kaybolduğunda durup kaderlerine razı olmaya karar verdiler. Gizemli adamlar ile yüzleşeceklerdi. Ve eğer öleceklerse, bunun olabilecek en epik şekilde olmasını istiyorlardı. Bu yüzden savaş boyalarını süründüler ve tüm imkanlarını kullanarak yok edilemez bir yıkım silahı icat ettiler. Dışarıdan bakıldığında gümüş renkli bir flüt gibi gözüken bu silah üflendiği an infilak edecek şekilde dizayn edilmişti. Patlama şiddeti dünyayı ve ayın bir kısmını yok edebilecek seviyedeydi. Metin ve Feyyaz’ın ellerindeki son koz gizemli adamlara karşı tehdit unsuru olarak kullanılmayı bekliyordu...

Gizemli adamlar yoğun bir araştırma sonucu Metin ve Feyyaz’ın yerlerini tespit etmişlerdi fakat ikilinin ellerindeki oyuncağın yaratacağı yıkımı öngördükleri için plansız bir şekilde müdahale etmekten kaçınıyorlardı. Gizemli adamların en son isteyeceği şey sırf eğlenmek için süper güçlerle donattıkları iki dallamanın dünyayı tek bir nefesle yok etmesiydi.

Üzerinde bitki ve barınak namına hiçbir şey bulunmayan uçsuz bucaksız bir çölün ortasında açık hedef halinde karşılaşacakları en kudretli düşmanları bekleyen Metin&Feyyaz ikilisi artık gemileri yakmışlardı, sıradan bir ölümden değil, öncesinde dünyayı yok etmedikleri bir ölümden korkuyorlardı.

Ve alabildiğine karanlık bir çöl akşamında gökyüzünde parlayan ve giderek büyüyen bir ışık huzmesi Metin&Feyyaz’a son savaşlarının zamanının geldiğini gösteriyordu. Teslim olmayı akıllarından bile geçirmiyorlardı. Savaşacak, yok edeceklerdi.
Işık huzmesi iyice yaklaşıp yere indiğinde tüm sinirler gergindi. Gizemli adamlar işi tatlıya bağlamak amacıyla Metin&Feyyaz’a dünyayı terk edip başka bir gezegene yerleşmelerini teklif ettiler, bu, canlarını kurtarmalarının tek yoluydu. O an orada bulunan herkes ikilinin canlarını kurtarmak gibi bir derdi olmadığını bilse de, her zaman, her şartta bir zeytin dalı uzatılmalıydı.

En başından beri gizemli adamların yaptığı tek şey ortamı gerip hikayeyi sündürmekti. Metinle Feyyaz’a güçleri veren adam almayı da bilirdi sonuçta. Nitekim yaptıkları şey tam da bu oldu. Feyyaz’ın vücudu süper güçlerden aranırken parçalanan vücudu ve kulak tırmalayan çığlıkları çok çirkin bir görüntü oluşturmuştu. Başına gelecekleri anlayan Metin ölümün eşiğindeyken bile kapçıklık, şerefsiz evlatlığı düşünüyordu ve bu düşüncelerini ellerindeki yıkım silahını aniden bilmediği bir yere ışınlayarak gerçekleştirdi. Ortada iki ceset, birkaç gizemli adam ve alabildiğine çöl kumu kalmıştı, yıkım silahı, kim bilir nerdeydi...



CEVAP ANAHTARI:

Gizemli adamlar kim?
Gizemli adamlar insanlara süper güçler verebilen bir grup insan. Tekdüze bir hayatları var ve bundan çok sıkılıyorlar.
Beyaz odada duydukları fısıltıların sebebi neydi?
Gizemli adamların başka bir eğlencesi. Bir şeylere sinirlenip mırmır bir şeyler geveleyen, ‘noluyor?’ diye sorulduğunda katı bir ses tonuyla ‘yok bir şey!’ diye cevap veren kadınların mırıltılarını toplayıp beyaz odaya hapsetmişler.
Çirkin olan kızın adı neydi?
Gerçekten gerekli olsaydı söylerdim.
Bu gizemli adamlar bu kadar sağlam bir teşkilat madem, flütü İbrahim’den önce bulmaları gerekmez miydi?
Gerekirdi.
Cevaplarınız hiç doyurucu değil?
Ekmekle ye.
Burdaki kadınlar madem burda niye bacakları pürüzsüz? Neden kıllanmıyolar?
Yanlış yerdesin.
Ercan’ı niye öldürdün?
Çünkü yapabiliyorum.

[Deli Defteri, Sayı 19]

26 Nisan 2010 Pazartesi