31 Mart 2010 Çarşamba

sense of humor



şimdiye kadar okuduğum/izlediğim/dinlediğim ''kopmak garantili xD'' başlıklı hiçbir şeye gülmediğimi farkettim az önce. bi de siz bakın, koparsanız sorunu kendimde arayacağım artık.

TürkLerin DiyaLoq farkLarı [ KopmaK gaRanti ] xDxD
-
Amerikan: hey dostum burda bir problem mi var ?
Turk: noluyo lan burda ?


Amerikan: nasil gidiyor mike?
Turk: napiyon lan?


Amerikan: korkarim seni oldurecegim!
Turk: salavat getir pezevenk!


Amerikan: oov dostum hic cool olmamissin.
Turk: bu ne lan g*tüme benzemissin.


Amerikan: hey steve, neden kendine bir icki koymuyosun?
Turk: la suleyman, kap iki bira gel bakim hemen!


Amerikan: lanet olsun sana christine!
Turk: allah belani versin nurcan!


Amerikan: tanri askina brad kes sesini artik!
Turk: allahim sen bana sabir ver, sus lan yeter! Elimde kalcan...


Amerikan: aman tanrim simdi napicaz?!?
Turk: haaaSktirrrr S*çTk.!!


Amerikan: help me please...
Turk: la bi baksana la!!!


Amerikan: ne derler bilirsin jack, hayat beklenmedik
surprizlerle doludur...
Turk: valla oglum bir soz var hani, kaderde varsa
düzülmek neye yarar üzülmek...


2 AMERİKALININ konuşması;
Amerikan 1: dante'nin bu kitabini okudun mu micheal?
Amerikan 2: aaa evet , gercekten edebi degeri olan bir calisma.


Buna karşılık 2 TURKUN konuşması;
Turk 1: abi da vinci sifresini okudum super!
Turk 2: lan birak! iyice entel dantel oldun ! Layt herif !!


Amerikan:: hey jerry gel pizza ye dostum...
Turk: sülo gel lan buraya mis gibi menemen yaptik...


Amerikan: FBI... bir kac soru sorabilir miyim?
Turk: polis! nerdeydin lan dun esek herif?


Amerikan: (ses cikarmadan el işaretiyle) sen oraya
sen buraya sessiz olun...
Turk: Dagiliyoruz. haydaaaaaaaaa! !!

oha oha oha

merhaba,

ben muhtemelen bir toplum düşmanıyım. en kısa zamanda ortadan kaldırılmam gerekiyor. gençlere kötü örnek oluyorum, hayatlarına karanlık pencereler açıyorum. yakın yıkın beni. google analytics diye bir şey keşfettim, süper. orda bloga google aracılığıyla gelen kişilerin hangi keywordler üzerinden yönlendirildiğini öğrendim. bu tarz şeyler var;

adaletini sikeyim dünya dinle

ulan hitmuzikindir falan değil ki adres, niye geliyosun.

amı böyük avrat

bunun allah belasını versin. nasıl becerdi o tagdan benim buraya gelmeyi bilmiyorum ama ben öyle bir şey söylemedim. böyük ne lan.

anlamli porno film türkce

bunun da allah belasını versin. porno film-anlamlı-türkçe. ohahaha olm ne arıyosun lan sen? allah aşkına derdin ne senin? ruh hastası mısın zibidi. anlamlı porno film arıyor adam ahahahha.

anlamli şehirler

anlamli şehirlere örnek çanakkale, elazığ ve erzincandır. bu şehirler acayip anlamlı şehirlerdir. bu şehirlerimizin aksine istanbul oldukça anlamsız, saçma sapan bir şehirdir. orada nasıl yaşıyorlar anlamıyorum.

ayhan akman saç

falkjfjaklkjlgkla. ayhan akman saçını napacaksın ulaaan? niye arıyosun? gelmiş burda bulmuş ayhan akman saçını.

bir kıza teklif edeceğim edemiyorum

böyle bir şey de yazmadım ben. ama seviyosan git konuş bence.

byzgms

evet bu da google'da aranmış. söz konusu kişinin kendi blogu var, adam gelmiş burda bulmuş. ayrıca beyzayı neden googledan arıyorlaaaar??? inandırıcı olsun diye capsini koyacam bunun.



ayrıca o dedenin siki hikayesini merak ettim. ben de arayacam google'da.

elvan tebeşir kutusunun boyu

bundan da bahsetmedim. araştıracam bunu.

kız amına bişey koyuyor

afkaklfşlalş. olm neler var lan nerde yaşıyor bunlar? kim besliyo bunları? kız amına bişey koyuyor diye aramış google'da. bunu ciddi ciddi yapmış. google'a da teessüf edecem, iti kopuğu buraya yönlendiriyor diyecem adam olun insan olun öyle esnek çalışma saatleri, havuzlu merkez bina değil bu işler diyecem.

otuz yaşinda bebek olurmu

bu sorunun cevabını bilmiyorum ama olur diye tahmin ediyorum.

çanakkalede orospu numaraları

bu piç görkeme geldi muhtemelen. görkem allah senin çileni versin oğlun senin tersin olsun ki ersin. ben burda tarihimiz diyorum, güzelliklerimiz diyorum, kahraman türk halkı diyorum, orospu numarası arayanlar geliyor. plan yapıyorsunuz plan.

ülküm yükselmek ananızı sikmektir

falşgaklga. bak bunu yazmıştım bi ara. doğru yere gelmişin karşim.

to sum up,
ergenliğe ufaktan ısınma turları atan bir kardeşim var, bir gün hasbelkader google'a girip 'amlı kız' arayıp yolu buraya düşerse sülaleye rezil olurum, tahtım sallanır. o yüzden artık bu işleri bırakıp huzura doğru konulu metinler yazacağım, default çirkin kız avatarı olan rengarenk gül resimleriyle bezeyeceğim burayı.

30 Mart 2010 Salı

canıms

halı sahada elle gol attım, millet kızınca 'allah(c.c.)'ın eliydi lan o, sorgulaman imansızlar' dedim, çamura yattım. o olay dışında gayet güzel bir maç çıkardım. 3. dakikada kondisyonum sıfırlanmasaydı daha etkili olabilirdim mevkimde. sigara yapıyor bunları hep. ayrıca uzun zamandır futbol oynamadığım için yeteneklerim körelmiş. katar ligine transfer olan veteranlara dönmüşüm. ceza yayının orta sahaya bakan diliminden çıkattığım etkili şutlarım cılızlamış. top tekniği falan hak getire.

o değil de, kurban hayvan gibi geri döndü. yaklaşık 1 yıl gecikmeli çıkan albüm tam ümidi kesmişken ilaç gibi geldi. ülkede kurban gibi bi grup varken mangasıdır reddidir ilhakıdır parsa topluyor ya, ben sıçayım öyle işe. bir de kargo vardı bi ara, onları da severdim. oğlan gruplarına karşı inadına kurban.

bir de derbi oynandı pazar günü. bu maçlardan önce o kadar uçuyor ki taraftar grupları, her sonuçta bir tanesi ağır göt olacak, bu bir gerçek. genelde yenilen takımın taraftarı olduğum için maçtan önce yapılan artistliklerin sorumluluğu otomatikman üzerime bindiriliyor. geliyor maçtan sonra 'hani mordunuz alayına kordunuz hahaha' diyor. ulan it ben mi dedim moruz alayına koruz diye. git diyenin yüzüne çarp bana niye ekşiyosun. maçtan önce soranlara yenelim yenilelim dünya kimseye kalmaz diyorum, tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi oluyorum, hiçbir şekilde şov yapmıyorum, maç bitiyor gelip benimle taşak geçiyorlar. ondan sonra sinirlerim zıplıyor benim tabii, kovuyorum çevremden, onun adı da çekememezlik oluyor, yenilgiye tahammülsüzlük oluyor. sikerler öyle çıkarımı.

düşünüyordum halı sahada oynadığım oyunla kimi andırıyorum diye, aynı mustafa sarp'ım hacı. toptan kaçıyorum, rakibe basmıyorum, burnumu kaşıyorum, saçlarımı okşuyorum. bunlar kondisyonum düştüğünde yaptığım şeyler, kondisyonum iyiyken caner erkin gibiyim. aldığım topu şişiriyorum ileriye. sonra aynen geri geliyor top, peşinden koşuyorum, kaparsam yine şişiriyorum ileri. saçımla oynuyorum, boynumu eğip taraftarı kesiyorum, yorgun görünmek için 32 diş meydanda koşuyorum sağa sola.

bir de yapacağım espri tutacak mı tutmayacak mı kaygısı var. espri yapmadan önce çok kemiriyor bu benim kafamı şu günlerde. tanımadığım insanların çoğunlukta olduğu sınıflarda derslerim olduğu için rahat hareket edemiyorum. sınıfların gediklileri var, ne deseler güldürüyorlar milleti, benim aklıma espriler geliyor ama söyleyemiyorum. kimse gülmezse diye atıyorum içime, içimde biriktiriyorum. o kaygıyı atlatmanın yolu da espri tutturmak. bir tane tutturunca gerisi geliyor. ama ilk intiba çok önemli. mesela ben lise kariyerime 'fil suya düşerse nolur? ıslanırrr' esprisiyle başlamıştım, hiç arkadaşım olmadı. yıllarca kara tahtalarla muhabbet ettim, tebeşirlerle dertleştim. cetvel takımlarıyla çıktım, sıra gözlerinde doyurdum karnımı. alkışı duydum ihaneti gördüm sesim de olduğu sessizliğim de. seviştiğim niye olmadı lan benim :(
şimdi en doğru anı bekliyorum, çok güvendiğim bir espri gelirse aklıma patlatıverecem aniden. sonra sempatik bakışlarla sınıfı süzecem. güzel espri biliyorsanız önerilere açığım.

25 Mart 2010 Perşembe

yarın kıyamet kopacak deseler bugün olacağım sınavın kağıdına koccaman bir at yarağı çizerdim. wish listimin en tepesinde duruyor bu madde.

23 Mart 2010 Salı

biri yer biri bakar

yeterli boş zaman ve imkan sağlandığında ne derece hayvanlaşabileceğimi kanıtlarcasına günde ikişer üçer post giriyorum resmen. her fırsatta post yazıyorum.

fast food dükkanlarının dış cephesinin büyük bir bölümünün cam olması içerde yemek yiyenler için sıkıntı yaratır. bugün dikkat ettim, bir dolu insan pahalı lüks sayılabilecek bir dürümcüde dürüm yiyorlardı. etrafları camla çevrili olduğu için hayvan bahçesinde yılan çıyan izler gibi izledim, öküz gibi yiyorlar. kol kadar dürümleri tek hamlede yutmak ister gibiler, kafalarını dürüme gömüyorlar, sonra geri çıkarıyorlar. balık yiyen gollum gibiler. bir kısmı göğüslerine kadar giriyor dürümün içine. lüks sayılabilecek bir dürümcü olduğu için giden insanlar da lüks. nerden baksan 40 dakika makyaj yapmış, saçını burmuş, düzeltmiş şekil şemal vermiş. ama o dürümü yerken bir ayıdan farksız arkadaş. afedersin öküzden, babundan farksız. bir süre izledim yemek yiyen insanları, sonra baktım ufak bir kalabalık toplandı. hep beraber izledik. işaretlerle anlaşıyorduk adeta, parmağımı şıklatarak 'aynı şeyi mi düşünüyoruz?' diye sordum, kafalarını sallayarak 'evet' yanıtını verdiler. dağıldık. işimiz gücümüz vardı.

- şundan da var

- bi de şundan var.
- şu da güzel bak
- şunu bi deneyin isterseniz.

lan sizin allah belanızı versin be. alışverişe gittim bugün, annemi en çok kirli çamaşırlarım küçük tepecikler oluşturmaya başladığında ve bazı şeylere ihtiyacım olduğunda özlüyorum. oğlum olsam hakkımı helal etmezdim kendime de, ana yüreği işte dayanamıyor.
alışveriş konusunda silme kütük olduğum için genelde alıcı gözüyle vitrin incelemem, hmm güzelmiş derim en fazla yürür giderim sonra. annemi gönderirim hep alışveriş yapmaya, acayip estetik algısı var, nerde çizgili yün kazak var alır getirir hep. kalp üstünde cep olan kazak giydirmeye çalıştı bana kaç kere, ters teptim, ortamı gerdim. hahahaha, geçen almış bi kazak, bak bakalım beğenecek misin dedi, baktım babamın kına gecelerinde giydiği kazağın aynısı. alkfaşlkfkla, geçen yüz yılın modasını getiriyor kadın eve. ama oğul yüreği tabi, çuval alsa giyerim bazı zamanlar.

neyse işte uzun bir süre annemin yanına gidemeyeceğim için alışveriş yapmak durumunda kaldım bugün. yaz geldi hala yün kazak giyiyorum burda, terimde boğulacam nerdeyse.
olm o alışverişler falan ne değişik olaylarmış ya. garip garip şeyler sürmüşler piyasaya. önünden arkasından ip sarkan pantollar, zincir mincir var üstlerinde, sağını solunu delmişler. tişörtler desen ayrı şey, sik sok şeyler yazıyor üstlerinde. alabildiğine isyan var tişörtlerde. dünyayla kavgalı amına koduklarım. moda da pembe herhalde, renkler full pembeydi. noluyor olm? kim üretiyor bunları? bir de mankenlere giydiriyorlar bun kıyafetleri, bakın ne güzel kıyafet diyorlar. e ibneler o mankene çarşaf serseniz onu da yakıştırır kendine. six pack koymuşlar, kaslar maslar fışkırıyor heriften, surat altın oran zaten, kasığı da şişirmişler bize yediriyolar. sergilenen kıyafetleri alanlara bakıyorum, birinin göbek yeri yalıyo, 'xxl yok mu' diye soruyo, öbürsü tığ gibi, tekme atsan ortadan kırılacak herif, birinin dışarı götü fırlamış kim kardishan gibi olmuş herif. kime yediriyosunuz olm siz? şişman manken koyun oraya. tezgahtar karılara da oldum olası kılım zaten. bi rahat bırakmıyor bakayım ne var ne yok diye. neye baksam 'deneme kabinimiz şurda bi deneyin isterseniz' diyor. su borusuna bakıyorum bi deneyin isterseniz diyor. götüme mi sokacam su borusunu, nasıl deneyecem.

yaklaşık 3 senedir gerekmedikçe pantolon giymiyordum, parayı aşortmana gömüyordum ama şu sıralar pantolonun gerektiği yerlere soktum burnumu, mecbur pantolon alacam. dizmişler sıra sıra koca cepli garip garip şeyler, kendinden kemerli, kemer de kumaş mıdır ne sikimdir, ucunda demir sallanıyor bi tane. satacak onu bana, giydirecek bir de. naaah. kotlara gidiyorum, onları da taşa mı sürtmüşler napmışlar, yarısı açık yarısı koyu garip garip şekiller var. delik bir de ahaha.

ayakkabı bakıyorum, onlar da bozmuş işi. 3 yıl evvel bi adidas aldıydım, ayağım aniden büyüyünce eskitemeden bırakmak zorunda kaldıydım, hala tadı damağımda o ayakkabının. ama o modelin üstüne hiçbir şey koymamışlar. gerilemişler hatta. yarısı cırt cırt yarısı bağcıklı modeller, içinden ipler geçen şekilsiz şeyler. hele nike tam dallama. 2 kilo ayakkabı üretiyolar. ama puma kıraaaaal. ayakkabı tezgahtarlarının olayını da anlamadım. standın önünde bakıyorum modellere, parmakla gösterip 'bi de bu var' diyor. e görüyorum. çekilsene öteye.

üç beş sade abartısız tişört buldum da aldım neyse ki. pantol beğenmedim, sikseler almam delik pantol. bi ara ispanyol paçanın hortladığı gibi 10 yıl öncesinin modası hortlar da yine benzer modelleri üretilirse stoklayacam koli koli pantolon. kelime esprili tişörtler de çığırından çıkmış. paso belden aşağı çalışıyorlar. onları da eleştirdim ayaküstü. dedim adam olun insan olun lan.

21 Mart 2010 Pazar

gücüme gidiyor böyle yaşamak

Dünyayı ele geçirmek for dummies

Üniversiteye girdiği sene ilk iş dans kulüplerine üye olan kızlar kadar heyecanlıydım davama baş koyduğum gün. Bir punduna getirip dünyaya hükmedecektim, bunu yapmadan ölmeyecektim. Kahvehanede okey oynarken ‘abi şimdi Amarika Türkiye’ye savaş açsa her türlü alırız teke tekte, onların havası kuvvetli ama gerillada bizden iyisi yok, mesela bor madenleri hep bizde ama kullanamıyoruz’ geyiğine kurban verdim merhametimi, lekesiz zihnimin bekaretini ‘bizde de nükleer bomba var ama ortaya çıkarmıyoruz, savaş falan olursa elimiz armut toplamaz’ cümleleri aldı benden. Memur bir babanın en büyük hayali çok para kazanmak olan ortanca oğluydum ben, çok para kazandıktan sonrasını hiç düşünmeden çok para kazanmaya odaklanmıştım. Çeşitli şans oyunlarıyla ufaktan giriş yaptım hayallerime, maç tahminleri yaptım, yanıldım. Annem soğan doğrarken sorduğum ‘1 ile 49 arasında bir sayı söyle’ sorularımın cevaplarıyla tutundum hayata uzun bir süre, Cumartesi günleri yıkılan hayallerimi kodluyordu annem; ’13, 26, 23, 17…’.

Kalburüstü bir üniversitede öğrenimi sürdürürken sürekli hayalime ne zaman kavuşacağımı düşündüm. Bana dediler ki; ‘çok çalış, üniversiteyi bitir, elin ekmek tutsun.’ Çok çalıştım, üniversiteyi bitirdim, elim ekmek tuttu. Fakat ben ekmek bulamazsam pasta yemek istiyordum, olmadı. Ekmek bulamadığım zaman aç kaldım, çünkü komik bir rakam karşılığı günde 10 saat mesai yapıyordum. İşinde yükselmek için daha fazla çalış dediler bana, yükseldikçe ihtiyaçların artsın, daha fazla yükselmek iste. Bir gün fark ettim ki hayatımın son gününde çok para kazanmak için çalışıyor olacaktım. Olmayacak duaya amin demiştim en başından. Kurduğum tek bir hayal vardı; elime ise mutsuz bir evlilik, sümsük bir çocuk ve alabildiğine sefalet geçmişti.
Annemin benim için beğendiği bir kızla evlendim ve ailelerimizin torun sevdasını gidermek için ilk senemizde çocuk yaptım. Çocuk birkaç aylıkken rutin kontrole gittik, doktor ultrasonda gördüğü şeyden memnun kalmamıştı. ‘Çocuğunuz sakat doğacak, ona ve kendinize berbat bir hayat sunmak istiyorsanız doğurun’ demişti doktor, o sıralar hayatımda neredeyse hiç heyecanlı bir şey olmadığı için hanıma ‘doğur bakalım nasıl bir şey çıkacak, beğenmezsek öldürürüz’ dedim. 9 ay sonunda dostlarım, nur topu gibi bir geri zekalımız oldu… Çocuk müzikal, düşünsel, bıyıksal kavramlardan arınmış bir Selami Şahin’di. Baba demeden ‘saç malanmaz taranır’ demişti. Allah’ım ondan nefret, nefret, nefret ediyordum. Annesi onu sapanla besliyordu, altını Jimmy jib tarzı bir mekanizmayla temizliyordu, mümkün olduğunda uzak duruyorduk ondan. Sürekli tanımadığımız insanların selamını getiriyordu bize… Hasan’ın, Neşe’nin, Oya’nın, Arzu’nun, Kaya’nın, Cem’in… Kısa süren dünyaya hükmetme maceramı bitiren de o oldu zaten.

Ben iki hayat yaşadım dostlarım, biri yukarıda anlattığım sefil hayat, diğeri ise dünyaya hükmettiğim destansı hayat. Şimdi size hikayemin İpana’yla fırçalanmış kısmını anlatmak istiyorum. Geleceğe dair hiçbir umudumun kalmadığı, intihar etmek için aklımda aniden bir kıvılcım çıkmasını beklediğim günlerden birinde, işten çıkmış eve doğru yürürken hırıltılı ve soğuk bir ‘hop bilader bi bakar mısın’ sesinin arkamdan yükseldiğini işittim. Ülkemizde ıssız sokaklarda bu ses duyulursa çok değişik dayaklar yenir, kan akar. Zaten hayattan bıkmış olan ben, bu fırsatı kaçırmamak için, intihar edip etmeme tereddüdünü daha fazla yaşamamak için hevesle sesin geldiği yöne döndüm. Karşımda kafasında bir kukuleta olan, yüzü buruş buruş bir adam duruyordu. ‘Ne ayaksın lan?’ dedim, sadece baktı, cevap gelmedi… O moron bakışı nerde görsem tanırdım, İbrahim’di bu. Lise arkadaşım İbrahim, sınıfın maskotu… Herkes onunla dalga geçerdi, o ise ses seda etmeden ders çalışırdı sürekli, bazen o kadar çok ders çalışırdı ki kitapları alev almaya başlardı, sağı solu yakmışlığı var kendisinin. Ben ise fırsatçı bir sansar olduğum için onunla hep iyi geçinirdim, Bill Gates’in ‘sınıfınızdaki ineklere iyi davranın, muhtemelen bir gün onlar için çalışacaksınız’ lafını haklı bulurdum. Ve şimdi, ıssız, karanlık bir sokakta böyle güzel bir öngörüye sahip olduğu için Bill Gates’i içten içe tebrik ediyordum. İbrahim balgamlı ve soğuk sesiyle konuşmaya başladı. ‘Sith lordu oldum’ dedi, ‘çok değişik planlarım var, katıl bana.’. Zaten hayatımda az macera olduğu için üzerinde fazla düşünmeden kabul ettim bu teklifi. ‘Ne yapacağım peki?’ dedim, ‘gel benimle’ dedi. Çok uzun ve zahmetli bir eğitim sürecine girdim İbrahim’in dış dünyadan soyutlanmış karargahında. Evde karım ve zamandan/mekandan bağımsız bir Selami Şahinim vardı, muhtemelen beni merak ediyorlardı. Umurumda değildi…
Başladığı andan bittiği ana kadar kin ve nefretle bezeli olan karanlık eğitimimi Shakespeare’in ismini kopyala/yapıştır yapmadan, tek seferde yazabilmeyi öğrenerek tamamladım. Öğretilerin en zoru bu olmuştu.

Daha sonra İbrahim kankam (yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmez) ile ufak işlere çıktık. Sokakta gözümüze kestirdiğimiz gariban insanları telekinezi yoluyla sağa sola savurup zevk için patlatıyorduk. Sokaklar kan gölüydü, toplumun merakı uyanmıştı. Her köşede fısıldaşmalar işitiliyordu, insanlar korkuyor, yetkililer korktuklarını belli etmiyordu. Bu korkuyla besleniyorduk İbrahim biraderimle. Bir süre sonra ufak işlerden sıkılıp hedef büyültmeye karar verdik. Amerikan başkanına telekinezi yoluyla Fenerbahçe forması giydirip Galatasaray tribününe atacaktık. Başında, Amerikan başkanının yiyeceği devasa dayağın hayali bizi neşelendirmişti, ama daha sonra anladık ki meşakkatli bir iş olacak bu. Sayfalar dolusu plan, proje ve saatler süren tartışmalar neticesinde Amerikan başkanını Allah’a havale etmeye karar verdik. Allahından bulsundu, iki yakası bir araya gelmesindi. Zaten biz krallığımızı ilan ettiğimizde ayaklarımızın dibine eğilip merhamet dileyecekti. Ve merhamet gösterilmeyecekti…
İbrahim beybi en büyük projemizi gerçekleştirmek üzere bir süreliğine atmosfer dışına çıktı. Şekillerini ve yapabildiklerini bilmediğim habis canlıları büyük savaşımızda kullanmak için bizim saflarımıza çekeceğini söyledi.

Zaman, intikam zamanıydı. İbrahim’in yokluğunda yapacak işim olmadığı için eski defterleri açmaya, zamanında bana acı çektirmiş olan kişilere hak ettikleri cezayı vermeye karar verdim. İlk iş olarak uzun süredir uğramadığım evime gittim, karımı yatakta bir adamla yakaladım. Sinirden deliye dönmüştüm. Annemin çeyizlik çarşafının üzerinde sevişiyorlardı. İkisini de kıvrak bilek hareketlerimle-ve tabii ki el değmeden, telekinezi yoluyla- birbirlerine düğümledim. Gemici düğümü atmıştım, sıkıysa çözülsünlerdi. Kırılan kemiklerin çatırtısı ve iki günah ortağının ağızlarından çıkan anlamsız çığlıklar arasında eski sandığıma yönelip lise yıllığımı buldum. Hedeflerimi oradan seçecektim. İşe alt alta tek harf yazan 5 arka sıra çocuğuyla başlamaya karar verdim. Öğrencilik yıllarımda o beşi çok popülerdi ve benim lise yıllığıma yazı yazdıklarını görünce çok sevinmiştim. Tek birer harf yazmışlardı. Yukarından aşağıya, ‘s, a, l, a, k’ harfleri… Beni utandırmışlardı… Ben de onlara hak ettikleri cezayı verdim. Feminist bir eyleme ‘kadının karnından sıpayı sırtından sopayı eksik etmeyeceksin’ yazılı dövizlerle gönderdim beşini birden. Telekinezi yoluyla. O kadar güzel dayak yediler ki telekinezi yoluyla olayı geri sarıp baştan izledim. Utanmasam tuvalete bile telekinezi yoluyla gideceğim. Görgüsüzlüğe bakar mısınız? İyi ki bi telekinezi öğrenmişim… İntikamım bununla bitmesi. O dönem popüler olan Ezel isimli dizinin setini basıp Ezel’in intikamını da onun yerine aldım. Ali’yle Cengiz’in başlarına şişman kızlar musallat ettim. Şişman kızların gazabı o kadar korkunç, özgüvenleri o kadar kusursuz ki az kalsın beni de tutsak ediyorlardı. ‘’Tamam güzel kız güzel de kitap felan okumuyo, ot gibi yaşıyo, öyle güzel olsan nolur ki ben kilolarımla mutluyum en azından birçok konuda bilgiliyim, şişman olabilirim ama kültürlüyüm, ne var yani güzellikte, sonuçta onlar da yaşlanınca çirkin olacak, benim kültürüm ve birikimim ilelebet payidar kalacak, şişmanım ama gocunm…’’ Hala kulağımda yankılanır bunlar… Geceleri kabuslarıma girer. Ben kişisel işlerimi yaparken İbrahim kral ordusunu toplamış, atmosfere tekrar giriş yapmıştı. Savaş yakındı…

Dünyayı ele geçirmek için başlattığımız savaş dalga dalga, fersah fersah yayıldı. Korkan insanlar, dökülen kanlar ve liderlerin uzlaşma önerileri. Gelen önerileri dikkate almıyorduk, dünya liderleriyle uzlaşmak için değil, dünya liderliğine ulaşmak için veriyorduk biz bu savaşı. Medya kuruluşlarına zihin gücüyle hakim olup davamızı destekleyen propagandalar düzenledik, insanları bize katılmaları konusunda gaza getirdik. Ölümden korkan bir insanın ölmemek için yapmayacağı şey yoktur. Katılımlar çığ gibi büyüdü, namımız yedi diyarda yankılanıyordu. Bu gelen bizim ayak seslerimizdi.
Tabii dünya liderlerinin de kendi planları vardı, bizi durdurmak için çalışacaklardı. Onlardan gelecek hamleyi beklerken günlerce uykusuz kaldık, etrafımızı saran ölüm sessizliği yavaş yavaş bizi de korkutmaya başlamıştı. Birbirine hırlayan iki köpek gibiydik iyilerle, birbirimizden korkuyor, ama boyun eğmiyorduk. Ve sonra birden, iyilerin planı işlemeye başladı. Kağıt üzerinde kusursuz görünen planımızı sekteye uğratacak, en az bizim kadar güçlü bir savaşçı birliği yetiştirilmişti. Geldiler, kan döktüler… Gelen kalifiye savaşçı birliği bizim sümsük ayak işçilerimizi kesip biçti ve İbrahim’le benim oturup olayları keyifle izlediğimiz karargaha ulaştılar. Çok kayıp vermişlerdi. Tek bir savaşçı girdi odaya. Çok yakından tanıdığım biri…

Geri zekalı oğlum Selami’ydi gelen. Nefret saçan gözlerle bize bakıyordu. En son yıllar önce yerde yatarken tekmelediğim bir kedide görmüştüm bu ‘annene fena şeyler yapacam’ bakışını. Selami, hiç tereddüt etmeden İbrahim’e saldırdı, çok uzun bir süre savaştılar. Vücutlarındaki ufak kesiklerden sızan kan adım attıkları yerlerde kırmızı lekeler bırakıyordu, terli perçemleri gül yüzlerini örtmüştü, dere kenarında çamaşır yıkayan kadınlara dönmüşlerdi. Gözlerimin takip edemediği bir çeviklikle başı gövdesinden ayrıldı İbrahim’in. Geri zekalı oğlum Selami İbrahim’i yenmişti ve bana doğru geliyordu. Bunun son savaşım olacağından habersiz davrandım kılıcıma. O an aklıma telekineziyle çeşitli şeyler yapmak gelmemişti. Masadaki bardağı telekinezi yoluyla kendime çeken bir kişiydim halbuki…
Oğlum Selami bana doğru yaklaşırken şeytani kahkahalar atıyordum, ‘Selami’ dedim, ‘bıyıkların terlemiş lan ahahaha’. İfadesiz bir yüzle bana baktı, ‘korku öfkeye, öfke nefrete dönüşür, sen nefret ediyorsun çünkü korkuyorsun’ dedi, ben de dedim ‘tohumlar fidana, fidanlar ağaca dönüşür ahaha. Sesin yüksek çıkıyo bu suçluluk psikolojisindendir Selamiiii’. İfadesiz yüz yerini mutlak bir nefretle bakan bir yüze bıraktı, alev saçan iki göz bana bakıyordu. Kusursuz bir tonlamayla ‘gül bakalım, son gülen iyi güler’ dedi. ‘Yok artık Ara Güler ahaaha’ dedim. Savaştık, düştüm, sürgüne gönderildim, dünya benden kurtarıldı…
Son gülen Selami olmuştu. Çünkü mucizevi esprilerimi en son o anlamıştı. Allahın salağı. Geri zekalı ergen. Anasına çekmiş yemin ediyorum. Bu kadar mı sünepe olunur, bu kadar mı moron olunur, embesil olunur. Allah akıl dağıtırken şemsiye mi tuttu naptı acaba. İt.

5 Mart 2010 Cuma

ananı sikeyim underground rap. ananı sikeyim pompalamasyon şarkısını söyleyen rapçi. ananı sikeyim amerika. orospu çocuğusun kanye west.

1 Mart 2010 Pazartesi

aha aha

etrafın rapçilerle dolu olması ne büyük yükmüş meğer.. underground rapin hırçın çocuklarının parayla beat(beat ne bilmiyorum) alan zengin züppelerine attıkları diss(diss ne bilmiyorum)ler, karı kız harici her şeye mutlak nefretle bakmak ve ardı arkası gelmeyen 'kanka, kanki, kank' hitapları. allah kimseyi rapçilerin eline düşürmesin. canımı zor kurtardım yemin ediyorum. tipler standaaard hepsi aynı sahte tavırlaar beni baydı onlar vermeeez ama gösterir bir avuç bira(bir avuç bira ne bilmiyorum)ya sana göt verir. yeeeeeeey.