3 Şubat 2009 Salı

karlı kayın ormanında yürüyorum livaneli

İnsanları güldürmenin sanıldığı kadar zor bir şey olmadığını farkettim geçen hafta içinde. Benim bilmediğim yazım kurallarını elin Microsoft Word’ü düzeltiyor ya, bu da bana çok acı veriyor. Farkettim ayrı yazılırmış mesela. Neyse konumuz o değil. İnsanların artık gülmeyi unuttuğunu, hayatın zaman içinde aldığı şekil nedeniyle sürekli yoğun bir stres altında yaşadıklarını sanardım.. Doğruymuş. Ağır bir kar yağışının akabinde sokaklarda oluşan buz tabakalarının üzerinde kayıp düşen insana gülmelerini başka nasıl açıklayabiliriz? Hepimiz insanız ve hepimiz herhangi bir an bir sakarlığın kurbanı olarak yüzüstü yere düşebiliriz, kafamızı otobüs kapısına çarparız ve buna benzer şeyler.. Buz üzerinde kayıp düşen insan da bundan fazlasını yapmıyor. O adam sadece dengesini kaybetti ve kaygan yüzeyin azizliğine uğrayıp düştü yere. Bu adama niye kahkahalarla gülünsün ki? Nedir gülmeye duyulan bu özlem? Neydi insanları bu kadar insani bir duruma dahi kahkahalarla gülebilir hale getiren sebep? Bu konu üzerinde çok düşündüm fakat henüz bir sonuca ulaşamadım. Aslına bakarsanız evet, ben de dün buz üzerinde paytak bir şekilde yürürken kaydım ve düştüm. Bu konu üzerinde de 1 gündür düşünüyorum zaten.. Ben düştüğümde çevredeki tüm gözler bana çevrildi, tüm kulaklar bana dikkat kesildi. İnanır mısınız, bu duyu organı baskısının altından tek bir kol dahi uzanmadı beni kaldırmak için. Hızlıca ayağa kalktım, üzerime yapışmış karla karışık çamuru temizledim. Suratlarına haykırabilirdim yaptıkları denyoluğu, çarpabilirdim o gülümseyen suratlarına neden güldükleri gerçeğini, evet yapabilirdim bunları. Ya benim kırılan kalbim ne olacaktı? Onlar gülsün diye kaymadığımı anlatabilirdim onlara, hiç kimsenin onlar eğlensin diye yaşamadığını.. Ya benim kırılan kalbim ne olacaktı? Dün orada düşene kadar kalbim etten bir organdı, orada düştükten sonra yürek oldu, sızladı..

***

Bir toplu taşıma aracında bıraktım ben özgüvenimi..
Gelen bir kargoyu almak üzere PTT şubesine gitmem gerekiyordu. Bir tramvaya bindim ve şubeye doğru yol almaya başladım. Şubeye yaklaştığım her an içimdeki ateş harlanıyordu. Heyecandan içim içime sığmıyordu. Yaşlı bir teyzeye yer verdim, yaşlı teyze oturamadan arkada pusuya yattığını sandığım bir kız çöktü benim yerime. Bu bile bozamamıştı benim moralimi. Şimdi düşünüyorum da, bozmuş aslında. Çok sinirlenmişim o kıza o an ama beni bekleyen kargonun heyecanıyla unutmuşum ne kadar sinirlendiğimi. Yeni aklıma geldi. İnsan bu kadar yüzsüz, arsız, hayasız olmasın.. Kadın ayakta zor duruyor, sen onun için boşalttığım yere çöküyorsun sorgusuz sualsiz. Eşek kadar insansın, yaptığın şeye bak. Ya da vazgeçtim, eşek kadar bile insan olamamışsın. Lavuk. Tramvay bir durakta yolcu indirme-bindirme yapmak üzere durakladı. O sırada yan raydan aksi istikamete doğru giden bir tramvay yanaştı yolcu almak için. İki tramvay yan yana durur iken, o ikisini gördüm. İlkokul çocuğu oldukları her hallerinden (önlük giymişlerdi) belli olan iki velet, yan tramvayın camına yaslanmış bana bakarak gülüyorlardı. Diğerine nazaran daha şişman olanı diğerini dürtüyor, dudaklarını okuyabildiğim kadarıyla ‘bak, bak’ diyordu.. Neye baktıklarını düşündüm bir süre. Ne vardı bende bu kadar gülünecek? Üstümü başımı kontrol ettim, pantolonumu giymiştim, ağzımın kenarında bir ketçap birikintisi de yoktu.. Peki niye gülüyordu lan bunlar? Tramvayları hareket etti, bakışlarımın kilitlenmiş olduğu bedenleri yavaşça uzaklaştı, özgüvenimle birlikte.. Giderken dil çıkardılar, ben de çıkardım..

***

‘Bulmak, kaybetmektir.’ Bugüne kadar ne bulduysam hepsini kaybettim.. Artık bulduklarıma eskisi kadar sevinmiyorum. Geçen gün kendimde bir kıza ‘salak’ demek hakkını buldum, hemen kaybettim. Çenesi öyle bir açıldı ki, dün yuttuğu inek göründü midesinin içinde. Siz siz olun, bir kıza salak demeyin.. Diyecekseniz de demeden önce kulağınızın söylenenleri duymayacağından emin olun. Tıkaç tıkayın, pamuk iteleyin veya gidin Mike Tyson koparsın. Ama duymasın o kulaklar.. Hala yankılanıyor beynimin içinde, ‘sensin oooo’. İkna oldum, vallaha. O kadar içten söylüyordu ki, eridi bugüne kadar etrafıma çektiğim tüm buzdan kaleler.

***

Haklardan bahsetmişken, kendinde hayvan öldürme hakkını bulan insanlar var. O adamları sevmiyorum. Sinek mesela, sivri veya değil hep bu tür adamların hedefi olur. Okunmak için basılan bir gazeteyle vurursunuz suratının ortasına, duvara yapışıp kalır. Zaten bir damla olan kanı saçılır duvara. Neden öldürdüğünü sorsan, ‘midemi bulandırıyor’ diye cevap verir. Ulan benim midemi de ‘kızlı ortamda salak espriler yapıp sadece kendisi gülen adamlar’ bulandırıyor. Ben şimdi gidip bu adamın sıfatına gazeteyınan vursam, dağıtsam beynini odamın saten duvarına, suç değil mi bu? Can alıyorsun lan, sırf miden bulanıyor diye..

Hiç yorum yok: