eğer yeniden başlayabilseydim yaşama,
ikincisinde, daha çok hata yapardım.
kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
çok az şeyi
ciddiyetle yapardım.
temizlik sorun bile olmazdı asla. daha çok riske girerdim.
seyahat ederdim, daha fazla.
daha çok güneş doğuşu izler,
daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
görmediğim birçok yere giderdim.
dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım ben.
elbette mutlu anlarım oldu ama,
yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
farkında mısınız bilmem. yaşam budur zaten:
anlar, sadece anlar. siz de anı yaşayın.
hiç bir yere yanında termometre, su, şemsiye ve paraşüt almadan
gitmeyen insanlardandım ben.
yeniden başlayabilseydim eğer, hiç bir şey taşımazdım.
eğer yeniden başlayabilseydim, ilkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
çocuklarla oynardım, bir şansım daha olsaydı, eğer.
ama işte 85’indeyim ve biliyorum...
ölüyorum...hayat dediğimiz şey, anlar bütünü. anlar bütünü dediğimiz şey ise kendi içinde milyonlarca kola ayrılıyor. mutlu anlar, mutsuz anlar, az mutlu anlar, zevkli anlar, sıkıcı anlar. ben bu anlar bütünün kollarından en dikkat çekici olanlarını inceleyip tanımlayabilmek adına bir seriye başladım. anlardan bahsedeceğim.
Kurbanlık koyun gibi hissedilen anlardün akşam saat 11 cıvarı uyandım ve sabaha kadar pes oynayıp küfür ettim. hala nasıl becerdiğimi anlayamadığım bir biçimde sabah 9'daki derse geç kaldım. halbuki ilk benim girmem lazımdı, istesem 7'de bile gidebilirdim. ama gidemedim. hoca kendinden sonra girenlere gider yapıp baş ağrıttığı için ilk derse girmeyi hiç denemedim. kapının önünde oturdum ve mola verilmesini bekledim. beklediğim mola geciktikçe göz kapaklarım ağırlaştı. sağdan soldan geçen kızlarla kesişerek uyanık kalmayı denedim ama işler pek istediğim gibi gitmedi. onlar bana bakmıyordu çünkü. haliyle bu iş sıkıcı olmaya başladı, tam her şeyi ardımda bırakıp mekanı terketmeye yeltenmişken kapı açıldı, hoca çıktı. önümden geçerken bana ters ters baktı, tepkisiz kaldım. gün aşırı hocalarla tartışmak pek tarzım değil. arada iyi niyetimi suistimal eden oluyor, 'ağır başlıysak uysal koyun diiliz, sana ümüğümü sıktırtmam ben' diyorum, tartışma büyüyor, silahlar çekiliyor, sonra aniden uyanıyorum. rüyaymış meğer. kısa vadeli kariyer planlarımın arasında mezun olunca hocaların arabalarını çizmek var.
sınıfa, sınıftakilerin alışkın olduğu bir biçimde geç girdim. artık yadırgamıyorlar geç gelmemi. fakat hala ceketimi çıkarırken bana dönen kafalar oluyor, o anlarda çok çaresiz hissediyorum kendimi. striptizciymişim gibi izliyorlar ceketimi çıkarmamı. cebimdeki tonlarca bozuk paranın ağırlıyla aşağıya doğru kayan aşortmanımın başladığı yerle kazağımın bittiği yer arasından ön yıldız boxerım selam ediyor arada. utanıyorum çok.
yüzümde hafif bir kızarıklıkla sona erdiriyorum şovumu, izleyiciler kafalarını tekrar önlerine çeviriyorlar.
sınıfta ismail yk'nın son single'ını dinliyorlardı. çoğu erkeğin hayallerini süsleyen bir sınıfım var ama ben mutlu değilim. ve eminim o çoğu erkek de hayallerinin gerçekleşmesini istemez.
bir sürü kız var sınıfta, biz üç kişiydik; ali, hamdi ve ben. üç yağız, üç yürek, üç yeminli fişek. adımız bela diye yazılmıştı dağlara taşlara. bir de caner var ama o top gibi biraz. kız tarafından sayıyoruz onu.
bir sürü kızın olduğu sınıf buram buram default kız kokusu kokuyor. default kız kokusunun kaynağını asla öğrenemedim. yeşil elma gibi kokuyorlar, makyaj malzemeleri midir, ne sikimdir, ağır parfüm sıkmış olanlar haricinde hepsi aynı şekilde kokuyor. onun bi sebebini diyin bana. ismail yk'nın son single'ını dinlemek de bu kızların ortak eğlencesiydi işte. hamdi, ali ve ben ölesiye tiksiniyorduk molalardan, kaçıyorduk sınıftan. ayrıca hangi zamanla yazıyorum ben bunu anasını satayım. bi geçmiş oluyo, bi şimdi oluyordu, bi geniş oldu.noldu? neyse, gidip sandalyeme oturdum ve dersin tekrar başlamasını beklemeye koyuldum. yapacak bir şey yoktu, ali yoktu, hamdi kapı önünde kızlara sarmıştı.
hoca geldi, devam edin dedi, önlerden bir kız bir şey okumaya başladı. 'noluyor' dedim hamdiye, 'neler karıştırıyorsunuz siz?'. haha, aslında 'ne okuyo lan bu dombay, neye devam ediyonuz i?' dedim ama öyle yazınca etkili olmuyo. geçen haftadan ödev verilmiş, herkes bir şeyler yazmış, şimdi de yazdıklarını sınıfla paylaşıyorlarmış. ben ödevi o saniye öğrendiğim için yoktu okuyacak bir şeyim.
işte kurbanlık koyun gibi hissedilen an, o zaman başladı. sırayla okuyordu sınıftakiler, onlar 30 kişi falandı. funda, merve, deniz, ayşe, fatma, bahar, gülsüm, hatice, esma, hayriye.. çok kalabalıklarmış. sıra yavaş yavaş bana geliyordu, gergindim. 'evet adem' diyecekti hoca, ama yoktu okuyacak bir şeyim. azar yiyecektim, canım sıkılacaktı, maskara olacaktım.. sıra hızla ilerledi, 'hamdi' dedi hoca, okudu hamdi. aksanı oldukça olmadığından (aksanı yok) okuduğundan pek bir şey anlayamadım ama hoca anlamış. thank you dedi ve bana döndü. kesim sıram gelmişti. avuçlarım terliydi, terli perçemimin ucunda bir damla parlıyordu, ha düştü ha düşecekti. ayaklarımla kafamda çaldığım müziğe ritm tutuyordum, 'ulan' diyordum, 'marduk falan gelse bari'. gelmedi marduk, sıram geldi.
sıra bana gelene kadar şekilden şekile girmiştim, ödevi yapmadığımı ima etmek için sürekli of pof çekmiştim, sınavda çekiştirmelik sakalımı yolmuştum. insafa gelir de beni pas geçer dedim, gelmedi insafa falan. okuyacak bir şeyimin olmadığını en az benim kadar biliyordu, o patlak gözlerinin içi gülüyordu, az sonra fırça çekecekti. 'hocam' dedim, 'yok bende'. 'iyi' dedi, bahar'a geçti sıra. sanırım fazla büyütmüşüm, korkulacak bir şey yokmuş.
2. (bkz: anket lan bu)
3. burda da mı sen it?